Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Aralık 2002 Pazar

İlginç bir toplantı

CHP İzmir İl Örgütü, İzmir milletvekilleri ve PM üyelerinin katıldığı, yerel seçimlere hazırlık çalışmalarının değerlendirildiği bir toplantı düzenledi. Bu toplantının neden bugün ve neden böyle bir ekiple yapıldığı konusunda şüphelerim var. Toplantının "ana nedenlerini" daha sonra değerlendireceğim. Çünkü "tehlikeli" ve "derin" konular...
Gazetelerde haber olmayacak bazı noktalarını öne çıkaralım CHP toplantısının...
1 - Alaattin Yüksel, genel seçimlerde İzmir'i başarılı bulduğunu söyledi. Kendisi ya son günlerde Mars'ta yaşıyor ya da lisede matematik derslerinde sorunlu bir öğrenciydi. Tek doğru söylediği nokta, Narlıdere ilçesinin yüzde 50 üzerinde oy aldığı için başarılı olduğu gerçeğiydi. Ancak, bu başarının ardındaki ismi nedense "pas" geçti.
2 - Bülent Baratalı, Girit kökenli olup Ayvalık'ta doğanların Kıbrıs'ta ortaya konulan Kofi Annan planını yeniden düşünmeleri gerektiğinin altını çizdi. Biraz üzerime alındım. Baratalı'yı, güvercinden şahinliğe doğru giden ince çizgide gördüm. Belki de genel parti politikalarının öne çıkışı ve kendi düşüncelerini yansıtmaması yarattığı bu havayı.
3 - Kıbrıs uzmanı Hakkı Akalın, evinin duvarlarındaki resimlerinin de kendisine ait olduğunu, Kıbrıs kitaplarını da kendisi için yazdığını söyledi. Duvardaki resimler, Akalın'ın kendine özel alanı içerisinde. Ancak kitap yazdığınızda ve bunu bastırdığınızda kamuya mal oluyor. Dolayısıyla bu tür eleştirileri karşılamak zorunda kalıyorsunuz. Buna rağmen CHP'nin önemli ve üretken isimlerinden.
4 - Kulislerin önemli konusu, yerel adaylar ön seçimle mi yoksa merkez yoklamasıyla mı belirleneceği idi. İbrenin merkez yoklamaya döndüğü, özellikle büyük kentlerde ön seçim olmayacağı açık seçik belli olmaya başladı CHP'de.
5 - Canan Arıtman, AKP'nin e-devlet tanımına eleştiri yağdırdı. "Önce e-Meclis yaratsınlar. Milletvekillerinin bilgisayarları bile yok. Herkes kendisi satın alıyor ve odalarına koyuyor" dedi.
6 - Yücel Özen, Bülent Baratalı'nın danışmanı olmuş. Bu bir vefa. Baratalı'nın bu konudaki hassasiyeti herkes tarafından iyi bilinir.
7 - Allaattin Yüksel milletvekillerini tek tek saydı; ancak Yılmaz Kaya'yı unuttu. İsterse kendisine 16 kişilik CHP İzmir milletvekili listesi fakslayabilirim.
8 - İçeride politikacılar kulisteyken, dışarıda makam şoförlerinin ayrı bir kulisi vardı. Ancak tartışmanın konusunu kendime saklıyorum. Biraz özel olduğu için!
Toplantı notları bunlar. Ancak tekrar yineliyorum. Bu "bıçak" toplantısının nedenlerini daha sonra tartışacağım.

HABER EKSPRES 29 - 12 - 2002

5 Aralık 2002 Perşembe

Başcasus konuştu

Başcasus Senih Özay konusunda ilginç tepkiler yağdı dün gazeteye...
İlk telefon Senih Özay'ın kendisinden geldi. Kısa bir tekzip metni gibiydi söyledikleri.
"Beni şişman, kel kafalı göstererek, kadınlar karşısında küçük düşürmüşsün. Kadınlar beni yakışıklı buluyor ve tespitlerini şiddetle kınıyorlar. Üstelik ben Çerkezce ve az Fransızca biliyorum."
Senih Özay'ın dil konusu pilav üstü az kuru fasulye gibi... Çerkezce bildiğini kanıtlaması için Çerkezce konuşması gerekiyor. Hoş konuştuğunun Çerkezce olduğunu anlamak için bir ekspere intiyacım olacak. Üstelik Senih Özay'ın resmine bir bakın. Sean Connery ile bir benzerlik bulabilecek misiniz? Üstelik Sharon Stone'u bile tanımıyor.
Miko Kafe'nin sahibi Cenap ise bir başka tekzip metnini telefonda okudu. Senih Özay'ın Ümit Erdem ile sürekli bara gelmesi ve birtakım insanlarla konuşması nedeniyle kafenin bir "casuslar barı" olarak anılacağı konusunda ciddi endişeleri olduğunu söyledi.
Casuslar barı...
Aslında Miko'nun ismini bu şekilde değiştirmekte yarar var aslında.
Barodan arayan bir avukat ise başcasus Senih Özay'ın bu davada savunacak 80 avukattan biri olduğunu, kendisinin bana karşı bir tekzip hazırlanması için başcasustan bir talimat aldığını belirterek, "Başcasus müvekkilimin bu konuda ciddi mi, gayrıciddi mi olduğunu bir türlü anlayamadım. Lütfen bu konuda bana yardımcı olabilir misiniz" sorusunu sordu.
Yanıtım kısa ve sert oldu:
"Ben yeteneksiz başcasusların avukatlarıyla konuşmamayı kendime ilke edindim."
Avukat Şehrazat Mercan ise başcasusun yabancı dil bilmediğini kabul ediyor ama ekliyor:
"2000 yılında Bergama konulu Ören'de bir toplantıya gittik. Yabancı casuslar da vardı. Senih Özay dil bilmemesine karşılık tam iki saat konuştu. Kendisi gibi çok konuşan Prof. Ümit Erdem ise konuşmak için beklemekten fıtık olacaktı az daha..."
Şehrazat Mercan'ın bu açıklaması dünkü yazımda "Senih Özay, yabancı casuslarla nasıl anlaşıyor" soruma bir yanıt oldu.
Bu yazıdan çıkarılacak çok şey olduğu kesin. Hablemitoğlu'nun da bu yazıdan elde edeceği birçok bilgi olduğu kanısındayım.
Sanırım bu yazıyı Almanya Başbakanı Schröder de okuyacak, Alman vakıfları ile ortak çalışan yeteneksiz başcasus Senih Özay'ı daha iyi tanıyacak ve Kopenhag öncesi yeniden görüşeceği Tayyip Erdoğan'a şu soruyu soracaktır:
"Hem bizden tarih almak için kapımızı aşındırıyorsunuz, hem vakıflarımızı casus yatakları olarak suçluyor, hem de çok sevdiğimiz Senih Özay'ı başcasus olarak değerlendiriyorsunuz. Nasıl oluyor bu iş?"

HABER EKSPRES 05 - 12 - 2002

3 Aralık 2002 Salı

Yeteneksiz başcasus

Ankara eski DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel'in ortaya attığı casusluk iddialarına yönelik ilk duruşmaya "başcasus" avukat Senih Özay katıldı. Ancak duruşmada, 40 gün boyunca iddianameyi aradığını, ancak eline yeni ulaştığını söyleyen Özay'a mahkeme hak verdi ve talimat duruşmasını 9 gün sonraya erteledi.
Adam hem casus, hem de iddianameye ulaşamıyor. Bu iddianame gazetelerde yayınlandı, herkes okudu ancak bir türlü Senih Özay'ın eline geçmedi. Benim bildiğim casuslar, bir gün içinde istedikleri bilgiye ulaşır, savunmalarını da verirlerdi. Anlaşılan soğuk savaş dönemi bittikten sonra casusların kabiliyetlerinde gözle görülür bir gerileme var anlaşılan...
Aslında ana problem Senih Özay'ın Alman casusu olmasından kaynaklanıyor. Amerikan, İngiliz, İsrail ya da Rus ajanı olsa hiç problem yaşamazdı. CIA, KGB, MOSSAD, MI-5 gibi köklü casusluk kurumlarından gerekli dersleri alır, Nuh Mete Yüksel'in özel yaşamını gazetelere yansımadan önce öğrenirdi.
Ama Senih Özay ne yaptı?
Almanlar hesabına çalışmayı tercih etti. İddianame eline geçecek diye 40 gün boyunca avare avare dolaştı. Miko Kafe'de yakın arkadaşı Ümit Erdem ile rakı içerek, "Ne olacak bu memleketin hali" tartışmalarına girişti. Arada bir yanlarına gelen, yine bir öğretim üyesi olan en Kemalist arkadaşının dile getirdiği "Türkiye'yi yabancılardan kurtaralım, yerli malı yurdun malı" sloganlarını sıkılmadan dinledi.
Aslında benim en merak ettiğim konu Senih Özay'ın casusluk faaliyetleri sırasında Almanlarla nasıl iletişim kurduğu?
Adamın tek bildiği yabancı dil Türkçe... Kendisini 10 yıldır tanırım. Bu kadar yıl Almanca bildiğini benden sakladıysa bravo.
Üstelik James Bond filmlerinden seyrettiğim kadarıyla, ajan dediğin kelli felli olur. Yakışıklıdır, kızları kendisine aşık eder...
Senih Özay'a bakıyorsun... Saçlar dökük, göbek yerinde... Üstelik, "Kalbim ağrıyor, şekerim var, yakında bu diyardan göç edeceğim" tavrına girmiş. "Havası iyi geliyor" gerekçesiyle haftasonlarını Karaburun'da geçiriyor.
Yoksa, ayna ile güneş ışığını yansıtarak Sakız Adası'ndaki Alman ajanları ile mi görüşüyor?
O'nu en iyi Nuh Mete Yüksel ile bu davanın açılmasına neden olan kitabın yazarı Necip Hablemitoğlu bilir herhalde.
İşin asıl ilginç noktası, Türkiye'de faaliyet gösteren ve ajanlık faaliyetleriyle suçlanan Alman vakıflarının düzenledikleri organizasyonlara katılan gazetecilerin sayısı. Ben, son 7 yılda en az 20 toplantıya katıldım. Türkiye'de çeşitli gazetelerde çalışan ve aralarında çok ünlü isimlerin bulunduğu ortalama 400 gazetecinin de bu toplantılara katıldıkları için ajan olması gerekiyor.İlginç ve eğlenceli bir dava olacağı kesin.
Yeteneksiz başcasus ve 80 kişilik ünlü savunma avukatları ile bu davanın uluslararası arenada da ilgi çekeceği kesin.

HABER EKSPRES 03 - 12 - 2002

21 Kasım 2002 Perşembe

Bir iş önerisi

Eski YTP İzmir milletvekili, eski TBMM Amiri, eski YTP PM üyesi, eski YTP MKYK üyesi, eski Türk-Yunan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Hakan Tartan uzun bir aradan sonra yeniden hatırladığı eski mesleği gazeteciliğe dönüyor. Gazeteci olduğunu hatırladığına gerçekten sevindik. Meclis amirliği döneminde gazetecilerin kulislere girilmesini yasaklayanlardan biri olarak, "Ben gazeteci değilim, milletvekiliyim" açıklaması yapan, milletvekilliğini bir meslek olarak tanımlayan Tartan'ın, kürkçü dükkanına dönüş kararı tüm yurtta, KKTC'de ve dış temsilciliklerde de sevinçle karşılandı. Yılların gazetecisine istediği taktirde kendi gazetemizde çalışma şansı bulunduğunu hatırlatmak, kapımızın açık olduğunu belirtmek isteriz. Ne de olsa yıllarca İzmir'de çalıştı. Ancak duyduğumuza göre Hürriyet Gazetesi Ankara Bürosu'nu tercih etmiş...
Gazetecilik görevini sürdürme kararı alan Tartan'ın iki önemli açmazı var...
Birincisi pratik sorunlar. Uzun yıllar milletvekilliği yaptığı için habercilik konusundan uzak kalan Tartan'ın eski bilgilerini tazelemesi, haber yazımını geliştirmesi gerekiyor. Siyasi kimliği nedeniyle eğer gazetemizde çalışsaydı üstleneceği politika muhabirliği görevinde, yeni dönemi daha hızlı kavrayabilmesi için İzmir'in en iyi politika muhabiri Ahmet Çınar'ın yanında çalışmasını önerecektik. Özellikle haber yazımı konusunda.
İkincisi teorik sorunlar. Yıllardır Rahşan Ecevit gözüyle Türkiye'ye bakan Tartan'ın objektiflik kavramını yeniden sorgulaması ve geliştirmesi gerekiyor. Diğer bir ifadeyle "Öteki Türkiye"yi anlaması, gelir dağılımı adaletsizliğinin çıkış nedenlerini bilmesi gerekiyor. Aslında habere objektif bakma yeteneği kazanması, kendisi gibi yıllardır Ankara'da yaşayan biri için zor değil. Bir-iki araştırma okuması, çevresindeki gazetecileri gözlemlemesi yeterli olacaktır yılların deneyimli politikacısı için.
Ancak Tartan, "İzmir beni kesmez, ben Ankara ya da İstanbul'da çalışacağım" diyormuş... Kendi bileceği iş... Kaldı ki İzmir ile hala yakın ilişkileri var. TÜLOV Başkanlığı gibi, eşinin İZFAŞ Yönetim Kurulu üyeliği gibi... Belki Piriştina'nın danışmanı da olabilir... Yok, yok biri DSP'de diğeri YTP'de... Ama bakarsınız bir anda ikisi de CHP'ye gelebilir... Burası Türkiye, parti de CHP olursa gelişmelere hiç şaşırmamak gerekli. Zaten İzmir YTP'de Tartan'ın seçim öncesinden CHP ile bağlantı kurmaya başladığı dedikoduları yaygınlık kazandı. Tartan'ın eşinin İZFAŞ yönetim kurulu üyeliği ise hala bir muamma. Önümüzdeki günlerde bu sorunu da tartışmaya açmak gerekecek sanırım.

HABER EKSPRES 21 - 11 - 2002

7 Kasım 2002 Perşembe

Siyasi bir analiz

Genel seçimlerde yaşanan siyasi depremin yaraları sarılıyor. Depremde yaralanan, hastanelere kaldırılan siyasiler, yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Doktorlar, yaraların kısa zamanda kaybolacağını, ancak olayın psikolojik etkilerinin uzun süreceğini söylüyor. Bunun için de bir önerileri var:
Depremzede politikacılar, siyasette ortaya çıkan boşlukları iyi değerlendirsinler, kendilerine yeni meşgale alanları yaratsınlar...
Aslında, meşgale alanı hazır... Büyükşehir koltuğu... Zaten milletvekilliği ile kıyas bile kabul etmez Büyükşehir koltuğu. Hatta İçişleri, Dışişleri, Maliye, Adalet ve Enerji Bakanlıkları'ndan sonra, en kuvvetli ve önemli koltuklar, üç büyük kentin belediye başkanlıklarıdır.
İstanbul ve Ankara'da sorun yok. Gürtuna ve Gökçek'in, AKP ile birlikte hareket edecekleri çok net.
Ya İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı?
DSP'nin ikiz kulelerin altında kalmasından sonra, bu partiye bağlı olarak kulelerin altında kalan diğer isim Ahmet Piriştina... Zamanında söylemiştik... Dinleseydi, çöken bir kolonun altında kalmaz, hasarı en az şekilde atlatırdı.
Ama depremden kurtulan bu koltuğa, gönlü yanık, kanadı kırık o kadar siyasetçi var ki talip olan...
En başta, Yeni Türkiye Partisi'ni İzmir'de yücelten isim Ekrem Demirtaş geliyor. Yeni Türkiye Partisi'ne İzmir'de "sınıf" atlatan Ekrem Demirtaş, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye Kopenhag'da tarih vermesi için İTO Meclisi'ni, Brüksel'de yaparak bir baskı gücü kurmayı hedefleyen, bir anlamda seçilmese de Dışişleri Bakanlığı görevine soyunan Demirtaş, bu konuda oldukça iddialı. Aynı partinin uzun yıllarını Ankara'ya vermiş, meşakkatli bakanı Hakan Tartan da, "Milletvekilliğini kaçırdık, bari başkanlık yapalım" diyerek aday olmaya hazırlanıyor.
Aycell konusunda önemli adımlar atan, zamanın Ulaştırma Bakanı Oktay Vural da, "Aycell tamam, sıra İzmir'de" diyerek kolları sıvadı başkanlık için...
Aytun Çıray da, "Ben bir İzmirliyim" diyerek geliyor yarışa... Bilal Doğan eskiden beri hazır bu mücadeleye. Yusuf Kırkpınar ve Süha Tanık, diğer önemli isimler belediye başkanlığı için...
Alaattin Yüksel'i unutmamak gerekiyor. CHP İl Başkanı, bu koltuk için milletvekilliğini bile bıraktı. Gerçi bu kez biraz zorlanacak. Çünkü, rakipleri o kadar güçlü ki... Üstelik CHP'nin Ankara'dan bir başka lokomotifi İzmir'e atama durumu da söz konusu...
Peki Piriştina ne yapacak? Önerim PASOK'tan adaylığını koyması... Çünkü bütün partiler "önemli" isimler tarafından paylaşılmış durumda. Yüzde 1.5 ile DSP'nin kımıldaması bile mümkün olmadığına göre PASOK, O'nun için biçilmiş kaftan. Gerekirse araya girer, PASOK Genel Başkanı Simitis ile bizzat konuşurum.

HABER EKSPRES 07 - 11 - 2002

25 Eylül 2002 Çarşamba

Yemek izlenimleri

Önceki gün CHP İzmir İl Yönetimi'nin, CHP İzmir 1. ve 2. Bölge adaylarını tanıtmak, ilişkileri geliştirmek için Haber Ekspres çalışanları için düzenlediği yemeğe katıldım. Adaylardan ilk 5 sırayı alanlar yemekte hazır bulundular. Bir anlamda seçilecekleri garanti olanları yemeğe çağırmış il yönetimi. 6. sıradan 12. sıraya kadar olan adaylar ise "belki seçilir" statüsünde anlaşılan. İl Başkanı Alaattin Yüksel'e göre, problemli gazeteci olduğum için, masanın bir köşesine atılmışım. Masanın ortasında yeralan il başkanının sağ yanına Haber Müdürü Macit Sefiloğlu'nu, sol yanına ise Politika Muhabiri Ahmet Çınar'ı oturtmuşlar. Bir anlamda il başkanını koruma görevi vermişler bu ikiliye. İkisi de ateşli Yüksel taraftarı olarak gülümsüyorlardı masada...
Neyse, benim yanımda birinci ithal aday Hakkı Akalın vardı. CHP'nin iktidara gelmesi halinde Sağlık Bakanı olarak değerlendirilen Akalın, aklı başında biri. Ancak bütün gün Bayındır, Kiraz, Beydağ arasında mekik dokuduğu için yorulmuş, "Benim buralarda işim ne" der gibiydi bakışları. Ünlü kalp doktoru, seçim heyecanından sigarayı da fazlalaştırmış.
Karşımda ise ikinci ithal aday Enver Öktem bulunuyordu. Daha İzmir'e gelmeden, ortaya çıkarılan dosyalar nedeniyle kamuoyunda çok tartışılan Öktem, doğal olarak çekingendi. "Siz gazetecilerden korkulur" diye başlıyordu sözlerine, "Sizinle uğraşmak zor" diye bitiriyordu.
İl Başkanı'nın CHP'nin dünü, bugünü ve yarını konulu uzun açıkhava söylevini dinlerken "ayıp olmasın" diye yemek yemekten vazgeçtik. Ancak konuşma giderek söyleve dönüştü. İlk isyanı Türkan Miçooğulları başlattı. Bir çatal, iki çatal derken, Miçooğulları'nın izinden ben, Akalın ve Öktem geldi... Zaten biraz daha beklesek, aç kalacaktık.
En Kemalist gazeteci Hasan Tahsin sürekli not tuttu. Anlaşılan çok beğendi Yüksel'in sözlerini.
Masanın orta yerinde "herşeyi bilen adam" İl Başkan Yardımcısı Kadir Sinan oturuyordu. Ergül Satıç ile konuştuğu tek konu tabii ki Ticaret Odası. Ancak Demirtaş hala başkan. Bir başkanı indirmeyi başaramadılar.
Masanın diğer ucu ise ayrı bir alem. Uğur İşven, Talat Kırcan ve Mustafa Yılmaz, diğer adaylarla "Ne olacak bu CHP'nin hali"ni tartışıyorlardı.
Mönü orta derecedeydi. Soğuklar, il başkanının söylevini dinlerken garsonlar tarafından yok edildi. İçki fena değildi. Siyasi atışma yüksekti. Alaattin Yüksel'in "erken yatalım, erken kalkalım, halkımız için çalışalım" baskısı nedeniyle erken dağıldık. Gece saat 03.00'e kadar "Ne olacak bu ülkenin hali" tartışması yaptığım Yücel Özen'i, Mehmet Yıldırım'ı aradı gözlerim...

HABER EKSPRES 25 - 09 - 2002

24 Eylül 2002 Salı

Doğru ve objektif olabilmek

Son günlerde gazetenin manşetlerine, siyaseten adlı sütuna ve özellikle bu köşedeki yazılara eleştiri yağmaya başladı. Eleştirinin fazla olması gazetenin okunduğunu, tartışıldığını, etki alanının giderek genişlediğini gösterir. Ancak, özellikle bana yöneltilen eleştirileri belirli gruplar altında toplayarak yanıtlamak istiyorum.
Eleştiri 1: Bizler yaşınız kadar gazete okuduğumuz için, gazeteciliği sizin kadar biliriz ve bir gazeteyi yönetebiliriz.
Yanıt 1: Öncelikle altını çizmemiz gereken nokta, gazete okumak ile gazete yapmak arasındaki farkın ortaya konmasıdır. Haberi oluşturmak, bu haberin kamuyu ilgilendirip ilgilendirmediğine karar vermek, haberin okuyucu tarafından algılanmasını sağlamak, gazetecilik mesleğinin temelidir. Bunun için yetenek, bilgi birikimi ve tecrübe gerekir. Eğer çok gazete okuyanlar gazetecilik yapabilseydi, bugün en iyi gazetecilerin çok okuyan, yüz yaşındaki insanların olması gerekiyordu.
Eleştiri 2: Siz bir genel yayın yönetmenisiniz. Sütununuzda yaptığınız eleştiriler çok sert. Genel yayın yönetmeni olarak dengeli olmanız gerekmiyor mu?
Yanıt 2: Türk toplumuna son 20 yıldır sunulan yayın yönetmeni tipi, insanlarla iyi geçinen, köşesinde herkesi öven, suya sabuna dokunmayan, objektif olmaktan çok, sübjektif davranan gazetecileri kapsamaktadır. Bu nedenle geldikleri ya da getirildikleri makamlarıyla, birçok kağıttan kaplan bugün kentleri, ülkeyi yönetir hale geldiler. Bu insanların oturdukları koltukları kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları, küçük bir grup tarafından, her zaman kapalı kapılar arkasında tartışılmıştır. Ancak bu bilgiler hiçbir zaman kamuya maledilmemiş, toplum bu ilişki trafiğini öğrenememiştir. Şimdi bunları tartışmak, kamuyu bilgilendirme zamanı...
Eleştiri 3: Gazete olarak siyasi bakış açınız yok. Kimlere yakın olduğunuz anlaşılmıyor.
Yanıt 3: Biz her siyasi düşünceye aynı derecede uzak, aynı derecede yakınız. Bu nedenle sağdan sola kadar, çok geniş bir yelpazeye sesleniyoruz. Haberi, içeriğinde oynamadan, manüpile etmeden, kaynağından geldiği şekliyle yayınlıyoruz.
Bu çerçevede son derece objektif bir gazete Haber Ekspres. 20 yıldır basın sektöründe yaşanan sorunların aşılmaya başladığının, doğru, dürüst gazeteciliğin ilk adımlarından biri... Ege halkının bu gazeteye ilgi duyması ve tartışmaya başlaması da Haber Ekspres'in doğru yolda olduğunu gösteriyor.

HABER EKSPRES 24 - 09 - 2002

18 Eylül 2002 Çarşamba

Cem'in şaşırtan önerisi

Yeni Türkiye Partisi, sivil toplum örgütleriyle gerekli ilişkiyi sürdürüyor. Hem de kendilerine özgü bir tavırla. Bugün İzmir'e gelecek olan Yeni Türkiye Partisi Genel Başkanı İsmail Cem, zaman darlığını gerekçe göstererek, sivil toplum kuruluşlarını ve meslek odalarını, ayrı ayrı ziyaret etmekten vazgeçti. YTP'nin 1. bölge adayları adına Hakan Tartan ve 2. bölge adayları adına Ekrem Demirtaş'ın imzasıyla meslek odalarına, sendikalara ve sivil toplum kuruluşlarına birer yazı gönderildi. Yazıda, "Sayın İsmail Cem, zaman darlığı nedeniyle her kuruluşu ayrı ayrı ziyaret edemeyecektir. Karşılıklı görüş alışverişinde bulunmayı arzu edenler, Ege Palas Oteli'nde düzenlediğimiz kahvaltıya gelebilirler" denildi.
Böyle bir metni kaleme almak için, çok cesaretli olmak gerekiyor gerçekten.
Ancak, bu yöntem YTP içinde bazı görüş ayrılıklarına yol açtı. Bir grup partili, "ayağa çağırma" yöntemini çok acemice ve yanlış bulduklarını belirtti. "Her parti lideri gibi Cem de, meslek odalarını, sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını tek tek ziyaret etmeliydi. Diğer liderlerin vakti, Cem'in vaktinden daha mı az değerli?" dediler.
Ben ise İsmail Cem'in, bu yaklaşımını oldukça ilginç buldum. Tipik bir beyaz Türk, hatta bembeyaz Türk tavrı.
Ne olacak, sivil toplum örgütleri liderleri, bütün gün koltuklarında oturuyorlar. Ege Palas'a gelerek, en azından sabah sporu yaparlar. Zaten, oy isteyecek olanlar da, sivil toplum örgütlerinin başkanları. İsmail Cem ise, oy verecek grubu temsil ediyor.
Kim ne derse desin, ben bu tavrı çok doğru buldum. Diğer partilere de bunu öneriyorum.
Bütün gün, kapı kapı dolaşıp, kendilerini anlatacaklarına, televizyonlara çıkıp parti programlarını halka ifade edeceklerine, bir otelde oda tutsunlar, herkesi oraya davet ederek, genel açıklamada bulunsunlar.
Bundan sonra ben de parti toplantılarına, davetlere gitmek yerine, İsmail Cem taktiği uygulayacağım. Buradan sesleniyorum, çok işim var. Tüm milletvekili adaylarını gazetedeki odamda bekliyorum. Gelip, Türkiye'nin sorunlarını anlatsınlar, çözüm önerilerini sıralasınlar. Ve tabii, YTP'nin bu ilginç propaganda yöntemlerinden sonra, 3 Kasım'da alacağı oyu gerçekten merak ediyorum. Bakarsınız beni şaşırtır, yüzdeli rakamlara geçebilirler... Belki sanal bir ülkede iktidara bile gelebilirler.

HABER EKSPRES 18 - 09 - 2002

12 Eylül 2002 Perşembe

Çift taraflı okumak

CHP İzmir listesini okumak için, iki ayrı yol izlemek daha doğru olur. Birincisi listeyi düz okumak.
Liste 1995-1999 seçimlerinin bir karması. Dolayısıyla Deniz Baykal kendisi için bir vefa listesi hazırlamış. Son 7 yılda kendine destek olanları listeye dahil etmiş. Dışarıdan sadece 2 kişi var. Bu çerçeveden baktığınızda örgütü rahatlatacak bir liste gibi görünüyor. Ancak örgüt 24 kişiden oluşmuyor. Örgütte olduğu halde, dışarıda kalan adaylar ise, daha ilk günden isyan bayrağını çektiler. Bermuda Şeytan Üçgeni'nde kaybolduğunu iddia ediyorlar.
İkincisi listeyi tersten okumak.
Cumhuriyet Halk Partisi bu seçimde yüzde 30'ları hedefleyen ve iktidar olmak isteyen bir parti. Ancak ortaya çıkan listenin tüm İzmir'i kucaklayıp kucaklayamayacağı bir soru işareti. Listenin CHP'nin yüzde 8.8 aldığı 1999 yılına benzer olması, İzmir'de yüzde 40'ları hedefleyen bir parti için sıkıntı yaratabilir. 143 başvurunun olduğu bir kentte dışarıdan gelen en az iki kişinin bu listede yer alması, "Biz herkesi kucaklıyoruz" imajına daha uygun düşerdi.
Yine de tartışmak için çok erken. Önce partinin seçim stratejisini okumak ve önümüzdeki 20 günlük performansını izlemek gerekiyor. Ekrem Demirtaş'ın YTP'den 1. Bölge, birinci sıra adayı olduğu açıklandı.
Tarih: 9 Eylül 2002... Yer: Üçkuyular Derya Restoran. Ekrem Demirtaş, İzmirli 7 gazeteci ile yemek yiyor. NTV İzmir Temsilcisi Merih Ak, Dünya Gazetesi İzmir Temsilcisi Serap Zeybek, Yeni Asır Gazetesi Haber Müdürü Muzaffer Oktay, TRT Haber Merkezi Muhabiri Tarık İnce, Hürriyet Gazetesi Ekonomi Muhabiri Mert İlkkutluğ, Haber Ekspres Gazetesi Yazıişleri Müdürü Ergül Satıç ve Haber Ekpres Gazetesi Haber Müdürü Macit Sefiloğlu... Macit Sefiloğlu, benim yazdığım bir köşe yazısına dayanarak "Sayın Demirtaş YTP'den aday mısınız" sorusunu sordu. Demirtaş'ın yanıtı ise "Yok öyle birşey. Dosya vermedim" oldu.
2 gün sonra YTP listesinde birinci sıra adayının Demirtaş olduğu açıklandı. Çok iyi tanıdığı 7 gazetecinin önünde "Aday değilim" diyen bir oda başkanının, parti tarafından adaylar arasında isminin açıklanması, Demirtaş'ın ne kadar güvenilir olduğunun bir göstergesi olsa gerek. Şimdi ikinci adımı atmak zorunda Demirtaş. O artık bir politikacı... Ancak Ticaret Odası başkanlığı politik bir makam değil. Demirtaş'ın bana gönderdiği açıklamada da belirttiği gibi, her partiye aynı uzaklıkta olmak zorunda. Demirtaş YTP adayı olduğuna göre, yasal zorunluluğu olmamasına rağmen, etik açıdan bu makamdan istifa etmek zorunda.

HABER EKSPRES 12 - 09 - 2002

10 Eylül 2002 Salı

Kalp uzmanları dikkatli olun

İzmir'deki tüm hastaneleri, özellikle kalp uzmanı doktorları uyarıyorum.
Yarın saat 17.00'den sonra çok sayıda vaka ile karşılaşacaksınız. Bu nedenle hastanelerin alarma geçmeleri, ambulansların aday listeleri, Yüksek Seçim Kurulu'na verildiği saatte hazır olmaları şart.
Çok sayıda aday adayı, listeler sonrası, ya kriz geçirecek, ya da beyin kanaması. Aday adayı telefini engellemek için İzmir'deki tüm doktorların seferber olmaları gerekiyor.
Ancak, önemli olan sadece yarın akşam değil. Polis teşkilatının da tetikte olması gerekiyor. Liderine kızan, soluğu partilerin il binalarında alacak. Polisin, il yönetimlerinin can güvenliğini sağlaması şart.
Daha sonra iş psikologlara kalıyor. Listelerde yer bulamayan ve bunalıma giren binlerce aday adayının yeni adresi psikologlar olacak.
Partiler arasında en rahatları ANAP ve YTP... Her ikisinin de baraj sorunu olmadığı için bu partilere başvuran adaylar da rahat. İşe "spor olsun" diye katılıyorlar.
En zorlu partiler ise CHP, AKP ve DYP... Bunların arasında en sorunlusu tabii ki CHP... Sosyal demokrat aday adayı patlaması yaşayan CHP il merkezi, polis tarafından çok sıkı korunmalı.
İl binası 5. katta... Listeye giremeyen aday adaylarından bazıları kendisini il binasından aşağı atabilir, ya da bazı adaylar, il yönetiminde bulunanlardan birkaçını pencereden fırlatabilir. Sadece il başkanını fırlatsalar sorun yok. Ancak, diğer il yöneticilerinin başına birşey gelmesini istemem.
CHP İl Başkanı da başına geleceklerin farkında. 8 eylül akşamı düzenlenen kokteyle, aday adaylarını davet etti. Çok sayıda aday adayı bu davete katıldı. CHP bayraklı bir helikopter de, yaklaşık 10 tur attı davetlilerin üstünde. Elektrik tellerine çarpıp, kokteyl alanına düşecek zannettim helikopteri.
Bir ara "il başkanının senaryosu olabilir mi bu" diye düşündüm.
Helikopterin düşmesi sonucu aday adaylarının yarısı telef olacağı için, il başkanı da rahatlayacaktı doğal olarak.
Ancak sanmıyorum. Çünkü kokteyl alanında il başkanının destek verdiği adaylar da vardı. İl başkanının kendi adaylarının telef olmasına gönlü razı olmaz gibi geliyor bana...
Nasıl olsun ki...
Onlar için çalıştı, durdu... Uçağa atlayıp Ankara'ya kadar gitti. Genel başkanın kapısında bekledi...
Ne kadar başarılı olduğunu ise yarın saat 17.00'de öğreneceğiz.

HABER EKSPRES 10 - 09 - 2002

7 Eylül 2002 Cumartesi

Demirtaş, YTP'den aday

Nihayet beklenen oldu ve İzmir'in günlerdir merak ettiği "İTO Başkanı Ekrem Demirtaş hangi partiden aday olacak" sorusu yanıtını buldu. Yeni Türkiye Partisi...
Aslında başvuru dosyasını hazırlayıp Ankara'ya gittiğinde, kafası çok karışıktı Demirtaş'ın. YTP Genel Başkanı İsmail Cem ile görüştü. Bir saatlik görüşme sonrası Cem, Demirtaş'a 1. Bölge'den ikinci sırayı önerdi. İlk sıra tabii ki YTP İzmir Milletvekili, eski TBMM İdare Amiri, gazeteci, yazar, hatta şair, TÜLOV Vakfı Kurucu Başkanı Hakan Tartan'ın...
Ekrem Demirtaş önce biraz bozuldu. Ancak kendisinin tek bir unvanı vardı. Buna karşılık, birinci sıra adayının unvanları için neredeyse ayrı bir kartvizit gerektiriyordu.
Sonunda şöyle bir karara vardı:
"Hemen İzmir'e dönecek, Cumartesi akşamını yalnız başına düşünerek geçirecek. Pazar günü aldığı kararı Nihal Hanım'a danışacak ve Pazartesi günü genel merkezi arayarak, dosyanın işleme konulup konulmaması yönündeki net kararını bildirecek."
Demirtaş, kafasındaki onlarca sorunu tartışırken akşam uçağını kaçırdı. Geceyi Ankara'da geçirdi. Dün 08.00 uçağı ile İzmir'e döndü... Havaalanında burnuna çarpan Ege havası nedeniyle kararını yeniden değiştirdi ve telefonla Genel Merkezi arayarak dosyanın işleme konulmasını istedi. Böylece YTP 1. Bölge ikinci sıra adayı olması kesinleşti.
Aslında YTP İzmir'den başvuru sayısı 30'u zor buluyor. Dolayısıyla her adayın listeye konması konusunda bir sıkıntı yaşanmayacak. Bu arada "bembeyaz Türkler"in partisi YTP'ye siyah Türkler de girdi. Kimse farkında değil, ama siyah Türkler YTP'yi ele geçirmek için yazdıkları senaryoyu uygulamaya koyuyorlar.
Senaryo şöyle: Önce 3 Kasım beklenecek. Bu süreç içinde yönetime karışılmayacak. YTP seçimde ağır bir darbe alacak. Bunun sonucunda partide büyük bir karışıklık yaşanacak ve YTP kurultaya gidecek. İşte o zaman partideki siyah Türkler harekete geçecek ve örgütlenme konusunda zaten zayıf olan bembeyaz Türkleri safdışı bırakarak, partiyi ele geçirecekler. Anlaşılan İsmail Cem ve arkadaşlarının işleri bundan sonra da çok zor.
Siyah Türkler bugünlerde sadece kendi yandaşlarını partiye üye olarak kaydediyorlar. Darbe sonrası İzmir il başkanı olacak kişi de, İzmir'deki üye kaydından sorumlu.
"Operasyona ne zaman başlayacaksınız" sorusunu çok net yanıtlıyor.
4 Kasım'da...

HABER EKSPRES 07 - 09 - 2002

4 Eylül 2002 Çarşamba

Garip bir açıklama

"Gazetenizin 01.09.2002 tarihli nüshasında Süleyman Gençel tarafından kaleme alınan yazıda, İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ekrem Demirtaş'ın CHP İl Yönetimine kendisini milletvekili adayı yapmaları için gönderdiği iddia edilen 'ricacılar' olarak ismimizin yer alması bizleri son derece rahatsız etmiştir. Kaldı ki, CHP İl Yönetimine hiç kimse Sayın Ekrem Demirtaş'ın direktifi ile gitmemiştir. Sayın Ekrem Demirtaş'ın CHP İl Yönetimine gidildiği hakkında bilgisi dahi yoktur. Suat Özdağ, CHP mensubu olmayıp, tesadüf eseri misafir olarak konuşma ortamında bulunmuştur. CHP İl Yönetimi ile yapılan görüşmelerin ve cereyan eden konuşmaların Sayın Ekrem Demirtaş'ın CHP'den milletvekili adayı olmak istediği yönünde gazetede yer alan haberle uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır. Olay aynı zamanda CHP üyesi olan İzmir Ticaret Odası üyeleri Turan Şen ve Ali Osman Öğmen'in partilerine katkı sağlamak için yaptıkları iyi niyetli bir girişimdir. Kişilerin siyasi fikirleri ve buna bağlı haklarını kullanmak, açıklamak münhasıran kendilerine ait haklardandır. Gazetede yer aldığı üzere, bizlerin Sayın Ekrem Demirtaş adına siyasi tercihlerini ve düşüncelerini açıklamamız veya kendisini milletvekili adayı yapmaları yönünde bir ricada bulunmamız gibi bir durum söz konusu olamaz. Kamuoyunun bu gerçeği bilmesi bakımından cevap ve düzeltme hakkımızı kullanıyoruz."
Üç önemli Ticaret Odası Meclis Üyesi gazetedeki yazıma yukarıdaki açıklamayı göndermişler. Olayı gizlemedikleri şu cümleden anlaşılıyor: "Olay aynı zamanda CHP üyesi olan İzmir Ticaret Odası üyeleri Turan Şen ve Ali Osman Öğmen'in partilerine katkı sağlamak için yaptıkları iyi niyetli bir girişimdir."
Ekrem Demirtaş'a İTO'daki yönetiminden dolayı muhalefet yapan CHP'lilerin, ya da partiye inanan CHP'lilerin bu açıklamadan sonra, iyi niyetli girişimde bulunan bu iki üyenin neden hala partide tutulduklarını il yönetimine sormaları gerekiyor. Açıklamada Suat Özdağ için ise şu ibare kullanılıyor:
"Suat Özdağ, CHP mensubu olmayıp, tesadüf eseri misafir olarak konuşma ortamında bulunmuştur."
Bilindiği gibi konuşmanın yapıldığı CHP İl Merkezi bir kahve olup, parti üyesi olmayan Suat Özdağ kahveye, pardon partiye çay içmek için uğramış ve bu arada Ekrem Demirtaş'ın CHP'den iyi bir sıradan milletvekili adayı gösterilmesi konusundaki sohbete şahit olmuş. Bu toplantıda benim 5 tanığım var. İTO Meclis üyeleri Turan Şen, Ali Osman Öğmen, Suat Özdağ, CHP İl Başkanı Alaattin Yüksel ve İl Başkan Yardımcısı Kadir Sinan... Bu 5 kişinin de her ortamda, istenirse hakim önünde, olayı gerçek boyutlarıyla anlatacaklarından eminim.

HABER EKSPRES 04 - 09 - 2002

3 Eylül 2002 Salı

Hesap sorana hızlı yanıt

Ekrem Demirtaş'ı, Cumhuriyet Halk Partisi'ne öneren Turan Şen, dün telefonla aradı ve "Neden bu toplantıyı yazdın" diye sordu. İlginç... CHP'lilerin Turan Şen'e "Neden Demirtaş'ı partiye öneriyorsun" sorusunu sormaları gerekirken Turan Şen'in hesap sorması şaşırtıcı. Demirtaş konusunda ısrarcı olmasının ardında Odalar Birliği'ne İTO Başkanı tarafından önerilmesinin bir ilgisi olmadığını sanıyorum.
Bir CHP üyesinin, hangi partiye yakın olduğu hala belirlenemeyen bir oda başkanını, bu kadar savunması gerçekten ilgimi çekti. Üstelik ben olayı yazdım. Şen'e bu olayın doğru olup olmadığını sorduğumda, "Doğru, ama yazılmaması gerekirdi" yanıtını verdi.
Ben de kendisine gerçekleşen olayı yazdığımı, hesap sormak istiyorsa, toplantıda bulunanlarla tartışmasını tavsiye ettim.
Ayrıca çok savunduğu oda başkanının, geçtiğimiz perşembe günü EGİAD'ın düzenlediği yemekte YTP Genel Başkanı İsmail Cem'in yanına oturabilmek için isimlikleri değiştirdiğini, bunun için o masada bulunan bir işadamını bir başka masaya kaydırdığını da anlattım.
Yılların CHP'lisi olduğunu iddia eden birinin hangi parti ile hareket ettiği belli olmayan bir oda başkanına bağlılığını pek anlamış değilim. Tabii sorunu varsa, bunun çözüleceği yer CHP İl Disiplin Kurulu'dur. Başında da Yılmaz Kaya var.
Bu arada Cumhuriyet Halk Partisi İzmir İl Örgütü, aday adaylarına bir belge imzalattı. Belgenin 18. maddesinde "Listelerde bulunmasam, ya da seçilecek bir yerde olmasam da, seçim dönemi partim ve aday arkadaşlarım için çalışacağım" ibaresi yer alıyordu.
Elime 1999 yılında yapılan seçimlerde aday adaylarının çalışmalarına dair genel merkeze gönderilen bir dosya ulaştı. Bu dosyada dikkati çeken saptamalar var. Önce seçim çalışmalarına katılan 1. Bölge adayları üzerine yorum yapılmış. Bülent Baratalı, Musa Çam, Nurettin Demir, Türkan Miçooğulları, Tacettin Bayır, Ali Rıza Kaya'nın seçim çalışmalarına tam gün mesai ile katıldıkları belirtilmiş. Ali Yılmaz'ın ise sıralamada olmamasına karşılık çalışmalara katıldığı rapor edilmiş.
1. Bölge'den seçim çalışmalarına katılmayan adayların başında Sabri Ergül geliyor. Sedat Uzunbay, Kemal Karataş, Fahrettin Demir'in de çalışmalara katılmadığı ayrıntılı şekilde belirtilmiş. Raporda çalışmadıkları belirtilen bazı isimler, zaten bugün CHP çatısı altında değiller.
Raporda 2. Bölge adayları üzerine de ayrıntılı açıklamalar var.
Muharrem Toprak, İnal Batu, Canan Arıtman, Vezir Akdemir, Veli Aksoy, Ali Rıza Bodur'un çalışmalara katıldıkları, Alev Coşkun, Oktay Konyar'ın ise hiç bir çalışmada bulunmadıkları ileri sürülmüş.
Umarım CHP İl Yönetimi, Kasım seçimlerinden sonra böyle bir rapor hazırlamak zorunda kalmaz.

HABER EKSPRES 03 - 09 - 2002

18 Ağustos 2002 Pazar

Yeni Türkiye ve Ekrem Demirtaş

Dört gündür İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş üzerine "siyasi analizde" bulunuyorum. Bu analize, aldığım bir haber çerçevesinde bugün de devam etmek zorunda kaldım. Yazdıklarıma tepkisini dile getiren Demirtaş , "Bir oda başkanı olarak tüm siyasi partilere aynı uzaklıktayım" demişti. Ancak Yeni Türkiye Partisi'nin il başkanlığı yerinin kiralanması konusunda gösterdiği hassasiyete pek değinmemişti. Yeni Türkiye Partisi il binasını Sevilli İş Merkezi'nde hazırlıyor. Üçüncü katta Alman pazarlama firması Quelle'nin boşalttığı yeri kiraladılar. Ekrem Demirtaş da bundan üç gün önce daireyi gezdi ve bina hakkında bilgi aldı. Doğal olarak üçüncü katta bulunan karşı daireye de uğradı ve maalesef eşimle karşılaştı. Şanssızlık işte... Demirtaş Yeni Türkiye Partisi'ne yakın olabilir. İktidara geldiklerinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı görevini de üstlenebilir. Zaten bu partiden Derviş'in gitmesi Demirtaş'ı memnun etmiştir. Geçtiğimiz ay Kemal Derviş'in İzmirli sanayicilerle havaalanındaki toplantısını protesto etmiş ve katılmamıştı.
Ekrem Demirtaş yeteneği, bilgisi ve tecrübesiyle Kemal Derviş'in olmadığı bu partide bence Ekonomi Bakanlığı'nı üstlenmelidir. Uluslararası ilişkilerde oynadığı aktif rol nedeniyle böyle bir bakanlığı üstlenmeyecek de partide kime bırakacak?
Bunun için İzmir'den birinci sırayı mutlaka talep etmeli. Birinci bölgede Demirtaş, ikinci bölgede Cem... Yakışır, bundan iyi sıralama mı olacak? Hem bu çorbada büyük nohut olmak çok önemli.
Ekrem Demirtaş'ın uluslararası tecrübesi gerçekten kayda değer. Ticaret Odası'nı tarafından düzenlenen yüzlerce gezide bilgi ve görgüsünü arttırdı, Türkiye'nin ticari anlamda dışa açılması konusunda önemli işlere imza attı.
Şimdi Ekim ayında Ticaret Odası çerçevesinde Küba'ya bir ziyaret düşünüyor. Ondan önce de Macaristan ve Viyena'ya... Küba çok önemli... Türkiye'nin ihracatını ikiye katlayacak bir proje Küba gezisi... Ancak Orta Avrupa turunu şu sıralar ertelemede yarar var. Sele kapılıp gitmesin oda başkanımız. Yoksa Türkiye ikinci Derviş'inden olur. Sonra nasıl toparlarız ekonomiyi?
Yeni Türkiye Partisi umut oldu, birçoğumuz için... Ancak bu umutlar kırılmamalı. Parti, önümüzdeki seçimde yüzde 1.5 alsa da mücadele etmeli, birtakım münafıkların eleştirilerine kulak tıkamalı.

NOT: Bu yazının "Keşke politikaya atılsa da İzmir Ticaret Odası kurtulsa" diye düşünen oda üyeleri ile hiçbir ilişkisi yoktur...

HABER EKSPRES 18 - 08 - 2002

1 Ağustos 2002 Perşembe

Arnavut damarı tutunca

Ahmet Piriştina'dan bahsediyorum tabii... Çelişkiler yumağı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'ndan.
Hem eski TİP'li, hem işadamı... Hem Bucalı, hem Alsancaklı...
Kılığı, kıyafeti ve viskisiyle bir burjuva. Yengeç yürüyüşü, elinden düşürmediği tespihi ise "Acaba beni dövecek mi" hissi uyandırıyor insanda.
Konuşması, insan ilişkileri, sanata bakış açısıyla tam bir entelektüel. Kavgacı ve hırçın karakteriyle Eşrefpaşalı görüntüsü çiziyor.
Aslında bu çelişkilerin arkasında, tek bir gerçek var. Piriştina kaybetmeyi sevmiyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, hep en önde olmak, liderlik yapmak istiyor.
Göreve geldiği ilk günlerde Ege Belediyeler Birliği meselesi vardı. Belediyeler Birliği Başkanlığı Çakmur ve Özfatura dönemlerinde İzmir'in elindeydi. Piriştina'nın ilk yılında muhafazakar belediyeler, bir ittifak oluşturarak Manisa Belediye Başkanı Adil Aygül'ü, Başkan yapınca birlikten uzaklaştı.
Kente gelecek doğalgazın, dağıtım şirketinin, tepesinde olmak istiyordu Piriştina. Bir anlamda doğalgaz dağıtım şirketini İZSU ya da İZBETON gibi düşünüyordu. Ancak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yaptığı görevlendirmede, belediyelere yüzde 10'u bedelli, yüzde 10'u ise bedelsiz, sadece yüzde 20 pay tanıyınca, azınlık olmayı içine sindiremeyen Piriştina, bu projeden uzaklaştı.
Belediyenin elindeki yüzde 20'lik TANSAŞ hisselerini de, "Orayı yönetemiyorum" gereçesiyle sattı.
Kentin Valisi Alaaddin Yüksel ile yıldızı hiç barışmadı. Özellikle sel sonrası sarı çizmeleriyle vatandaşlara yardıma koşan valinin, ön plana çıkmasından memnun olmadı.
İZFAŞ eski Genel Müdürü Feyzi Hepşenkal'a tavrı, dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in İZFAŞ'ı ziyaretiyle başladı. Hükümetten birinin kendi bürokratı ile görüşmesine dayanamadı. Bunu açık bir saldırı olarak değerlendirdi.
Diğer büyükşehir belediye bürokratlarının da, basın ile ilişkisini engelledi. Kendisinden habersiz açıklama yapanları, gazeteciler önünde fırçaladı.
Tabii böyle bir kişiliğin, Freudien analizini yapmak için çocukluğuna inmek gerekiyor. Ama, Piriştina'nın çocukluk dönemine ilişkin elimde kesin veri olmadığı için, analizi sadece bugünkü davranış kalıpları ile sınırlı tuttum. Eminim analize bu tür verilerin katılmasıyla, Büyükşehir Belediye Başkanı'nın psikolojik haritasını net bir şekilde çıkarabiliriz.
Yine de CHP'ye gelmesinde bir sakınca görmüyorum. Çünkü orada da Freudien analizi yapılacak çok insan var.

HABER EKSPRES 01 - 08 - 2002

24 Temmuz 2002 Çarşamba

Piriştina başkan arıyor

Seçim tartışmaları, "Ne olacak bu CHP'nin hali" gibi arama yazılarım arasında, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina'yı unuttum. Bir süre önce CHP'ye geçeceği tartışılan ancak, DSP'deki depremden sonra Godot'u bekler gibi Derviş'i beklemeye başlayan Piriştina, son günlerde seçim çalışmalarına başladı.
Bir sonraki seçimde yeniden aday olmayı kafasına koyan Piriştina, kendisiyle çalışabilecek metropol ilçe belediye başkanı arıyor.
Ahmet Piriştina, sadece iki belediye başkanı ile bir dönem sonra da çalışabileceği sinyalini verdi. Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur ile Gaziemir Belediye Başkanı İsmet Kılıç.
Ya diğerleri.
Piriştina'nın "acil değiştirilmeli" listesine girenler arasında, Buca Belediye Başkanı Cemil Şeboy, Çiğli Belediye Başkanı Tevfik Alyanak, Balçova Belediye Başkanı Ali İhsan Ülker ve Güzelbahçe Belediye Başkanı Ertan Avkıran var.
24 saat boyunca yanından ayrılmayan, Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi'den ise umduğunu bulamadı büyükşehir belediye başkanı. Umduğunu bulsa şaşırırdım aslında.
Bornova Belediye Başkanı Cengiz Bulut konusunda şimdilik tepkisiz. Bulut adamın ağzından girip burnundan çıkıyor tabii. Bulut ile başetmek gerçekten zor iş.
Karşıyaka Belediye Başkanı Şebnem Tabak ise belediyeci olarak "sıfır" olsa bile, Piriştina'nın tüm istediklerini yaptığı için büyükşehir belediye başkanı tarafından olumsuzlar listesine konmuyor. Ancak bir sonraki dönemde yeni bir isimle çalışmak istiyor Piriştina.
Ahmet Piriştina, bu değişim için ilk adımları atmaya başladı. Balçova için yeni bir isim saptamış bile. Adını şimdilik vermeyeceğim, politika ve basın çevrelerinde iyi tanınan esmer şahıs, Piriştina'nın önerisine sıcak baktığını, ancak şimdilik beklemeyi tercih ettiğini söylüyor!
Piriştina'nın bu çalışması bize şu gerçeği de ifade ediyor. Eğer Derviş CHP'ye gelmeyi kabul eder ve Piriştina da bu trene katılırsa, beraberindeki vagonları kendisi getirecek.
Tabii bundan, en çok CHP'deki belediye başkan aday adayları rahatsız olacak.
Gerçi onlar bugünlerde Erzurum Kongresi'nin 83. yılı, Lozan Antlaşması'nın 79. yılı törenleriyle ilgilendikleri için, çevrede olan bitenleri pek takip etmiyorlar.

HABER EKSPRES 24 - 07 - 2002

14 Temmuz 2002 Pazar

Yasaklar üzerine

Bir köşe yazarı olarak, son aylarda öncelik verdiğim konu CHP olmuştur. Bana göre her partinin tartışılması, yönetim yapısının irdelenmesi ve kulislerinin kamuoyuna yansıması gerekir. Çünkü siyasi partiler, kamuya tamamen açık olması gereken yapılardır. Ancak bu bakış açısı, CHP İl Başkanı Alaattin Yüksel'i son günlerde biraz rahatsız etmiş anlaşılan. İzmir'de benimle yapılacak görüşmelere yasak getirmiş. Gücü de fena değil Yüksel'in. CHP'lilerin büyük bölümü bu yasağa uyuyor. Herhangi bir yerde, konu siyasete dayandığında konuşmaktan çekiniyorlar.
"Neden böyle" sorusunu gündeme getirdiğimde, "il başkanının talimatı" yanıtını alıyorum.
Ancak Yüksel'in talimatı, şimdilik Ankara'ya ulaşmamış görünüyor. Önceki gün Genel Başkan Deniz Baykal ile görüşme talebime dün yanıt geldi. Deniz Baykal, sanırım bu bilgiden haberdar olmadığı için, dün Türkiye'nin genel siyaseti ve CHP'nin duruşu konusunu uzun uzun anlattı.
Önceki gece Bülent Baratalı da İsmail Cem'in çıkışını değerlendirirdi, yasaklardan habersiz. CHP'lilerin benimle konuşmasının yasak olduğu uyarısında bulundum. Ancak "Haberim yok. Bu uyarı Ankara'ya ulaşmadı. Yolda bir yerlere takılıp kalmış olabilir. Ama ben, Genel Sekreter Yardımcısı olarak size görüşlerimi aktarmakta bir sakınca görmüyorum" yanıtını verdi.
Yasaklardan nefret ederim. Ancak bana karşı yapılan bu operasyona da karşılık vermem gerekiyordu. CHP haberlerine tavır koysam, hem sansür uyguladığım için kendi kendime çelişkiye düşerim, hem de kamuyu ve okuyucularımı cezalandırmış olurum. Alaattin Yüksel'in adını kullanmasam bir partinin il yöneticisi olduğu için bu kez CHP'ye haksızlık ederim.
Sonunda bir yol buldum. Bundan sonra CHP İl Başkanı Alaattin Yüksel konusunda herhangi bir yazı kaleme aldığımda, kendisinin portresini kullanmak yerine, ayak fotoğrafını öne çıkaracağım.
Eski bir ata sözü vardır. Dost başa düşman ayağa bakar...

HABER EKSPRES 14 - 07 - 2002

Ege'de "öteki"

Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, genelde Hristiyan-Müslüman çatışması, özelde Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan sorunun kaynağını tesbit etti: Korku. Bugüne kadar karşı tarafı tanımlamada ortaya çıkan zaafın temelinde korku var. Sadece uluslararası ilişkilerde değil, ulus içindeki çatışmaların kaynağında da korkuyu buluyorsunuz. Türkiye'deki İslami yapılanmaya karşı çıkan "laik" kanadın çıkış noktası da korku. Devletin, sistemin değiştirileceği korkusu.
Kürtlerle yaşanan sorunun arkasında da korku var. Ülkenin bölüneceği korkusu.
Papandreu sorunların çözülmesi için gerekli olan korkuların arındırılması eylemini politikacılara yüklüyor ve şöyle diyor: "Politikacının en büyük görevi ayak uydurma ve anlama yeteneğidir."
Türkiye'de ayak uydurma ve anlama yeteneği gelişmiş politikacı bulmak maalesef kolay değil. Ayak uydurmak, yeni ile bütünleşmek, yeniyi algılamak ve onunla yaşamayı öğrenmekten geçiyor.
Anlamak ise okumanın, kendini geliştirmenin kazandırdığı bir yeti. Tabii bunun için bir eylem gerekiyor. Sürekli okumak. Çevrenize bir bakın. Politikacılar arasında okuyan, dünyayı anlamaya çalışan kaç kişi var?
Ayak uyduran ve anlama yeteneği gelişmiş politikacılar korkusuz olarak tanımlanırlar. Dünyayı değiştirmek için aldıkları kararlar, anlama yeteneği gelişmemiş insanları huzursuz eder.
Türkiye korkunun hüküm sürdüğü bir ülke. Korkunun kaynakları çok açık. Ayak uyduramamak ve anlama yeteneğini geliştirmemek.
Ve korkular içinde yaşayan toplum öyle bir noktaya geliyor ki, sistem kendini yeniden üretiyor. İnsanlar daha çok korkuyor, korktukça değişime karşı çıkıyor. Değişim engellendikçe ayak uydurma şansı ortadan kalkıyor. Ortaya çıkan statik yapı içinde anlama yetisi kayboluyor.
Sonunda ucube, gelişime direnen, varolanı kavrayamayan, sloganlar ile hareket eden, sorgulamayan ve en önemlisi korkan bir toplum yaratıyoruz.
İstanbul'da öteki kavramının tartışılması bu anlamda önemli. Belki bu tartışma ile öteki kavramını doğru tesbit eder, bugünkü korkularımızdan sıyrılır, ayak uydurma yeteneğimizi geliştirir ve en önemlisi anlama yetimizi geliştirebiliriz. Yarının Türkiyesi için bu adımları atmak bir lüks değil, bir zorunluluk. Bunu algılayamayanlar dönem içinde silinip gidecek...

HABER EKSPRES 14 - 07 - 2002

11 Temmuz 2002 Perşembe

Baltayı taşa vuran Tartan

DSP'den istifa eden İzmir Milletvekili Hakan Tartan'ın, "istifa onurdur" sözleri tepki topladı. Böyle bir saptama, partiden istifa etmeyenleri "onursuz" olarak nitelendirmek demektir. Üstelik bu nitelendirme sadece istifa etmeyen milletvekillerini değil, büyükşehir belediye başkanını, DSP'li diğer başkanları, meclis üyelerini ve tüm partilileri de kapsar. Hakan Tartan, her zaman olduğu gibi baltayı yine taşa vurdu. Ancak bu kez Ecevit ailesinden gelen koruma zırhına sahip değil.
Biraz geriye dönersek Tartan'ın taşa vurmaktan kör ettiği baltaları hatırlayabiliriz.
Birinci olay İngiltere'de geçiyor. 5 yıl önce uluslararası toplantıya katıldı Hakan Tartan, DSP'yi temsilen. Üç günlük toplantının birinci günü öğleden sonra, Türkiye'ye dönmek istediğini açıkladı.
Neden mi?
Beşiktaş'ın Göteborg ile yapacağı karşılaşmayı izlemek üzere Meclis'te oluşturulan taraftar grubuna katılacak ve İsveç'e uçacaktı. Hakan Tartan, eşi Aynur Tartan'ın da İsveç'i hiç görmediğini ve bu nedenle İsveç'e gitmesinin şart olduğunu belirterek toplantıyı terketti. Toplantının yapıldığı otel havaalanına 2 saat uzaklıktaydı. Türkiye'nin Londra Büyükelçiliği'nden gelen özel bir otomobil, Tartan'ı uçağa yetiştirdi.
İkinci olay ise Ankara'da geçiyor. Gazetecilerin kulislere girilmesi yasaklandı. Hakan Tartan da Meclis İdare Amiri olarak, bu yasağı uygulamaya başladı. Gazeteci örgütlerinin çabalarıyla diğer partilerin idare amirleri uygulamadan vazgeçtiler. Hakan Tartan hariç.
Gazetecilerin "Siz de bir gazeteciydiniz. Neden bu tür uygulamalara karşı çıkmıyorsunuz" sorusuna Tartan'ın verdiği yanıt ilginçti. "Ben gazeteci değil, milletvekiliyim." Son zamanlarda milletvekilliğini bir meslek olarak görmeye başlamış, Meclis İdare Amirliği'nin keyfini sürüyordu Tartan. Bunlar yetmiyormuş gibi, gazete üst-yönetimlerine telefon ederek, haberlerde sadece ad ve soyadının kullanıldığını, bunun yerine "TBMM İdare Amiri, DSP İzmir Milletvekili Hakan Tartan" yazılması gerektiğini bildiriyordu.
Daha çok var. Hakan Tartan'ın eşi Aynur Tartan'ın, partisinden istifa etmeyerek, Hakan Tartan'ın "onursuzlar" listesinde yeralan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'na bağlı İZFAŞ'ta halen yönetim kurulu üyesi olduğunu biliyor musunuz?

HABER EKSPRES 11 - 07 - 2002

10 Temmuz 2002 Çarşamba

Alaattin Yüksel aday arıyor

Erken seçim tartışmaları, il başkanlarına yeni bir sorumluluk daha yükledi: Aday belirlemek. Bu durumdan rahatsız başkanlardan biri, Alaattin Yüksel... Yüksel, önceki gün başlayan seçim çalışmalarına hazırlıksız yakalandığını kabul ediyor ve ekliyor:
"Aday çalışmalarına daha önce başlamalıydık. Şimdi bu isimleri saptamak için, oldukça yoğun bir tempo yürütmek zorundayız."
Önceki gün DSP'deki kırılmadan sonra, Yüksel'in telefonuna mesaj yağmaya başladı. 5 saat içinde en az 50 kişi arayarak, il başkanına bağlılıklarını bildirdiler. Tabii, hesap daha çok adaylık üzerine. İl başkanının da gelen telefonlar üzerine kendisini, "önemli adam" olarak hissettiği, gelen haberler arasında...
Partide müzmin adaylar var. Her dönem, her yere aday olan bu isimler, şimdi de milletvekilliği için yoğun kulise başladılar.
Partiye yeni katılanlar da, milletvekilliği için çalışıyor. Adam gelip boşuna partiye kayıt olacak değil ya...
CHP'ye yakın duranlar, ancak şimdiye kadar üye olmayanlar da, seçim atmosferine girilmesi üzerine, il başkanını daha çok aramaya ve "her tür katkıyı koymaya hazırım" demeye başladılar.
CHP'nin değişmeyen yazgısıdır bu. En kötü dönemde bile, aday sayısı diğer partilere oranla çok daha yüksektir.
Peki, il başkanı nasıl bir aday profili istiyor.
Genç, dinamik, yakışıklı veya güzel, aktif, proje üreten... Ama hepsinden önemlisi, çok liberal, çok Kemalist...
Bir anlamda kendini tarif ediyor gibi geldi bana... Bilemem...
Düşünebiliyor musunuz, İzmir'i 10-12 Alaattin Yüksel temsil edecek!
Tabii, aday belirleme sürecinde genel merkezin de katkısı olacağı kesin. Ancak, genel merkezden kimlerin bu süreçte etkin olacağı da önemli. Bazı PM üyelerinin yanlarına bazı ilçe başkanlarını da alarak, il başkanına muhalefet yaptıkları biliniyor. Üstelik, bazı PM üyelerinin Yüksel ile aynı yerde durmalarına karşılık, il başkanı ile omuz omuza hareket etmedikleri kesin.
Bu çerçevede aday olmak isteyenlerin, farklı kapılar aşındıracaklarını, üst düzeyde farklı ilişkiler geliştirmeleri gerektiğini bilmeleri yerinde olur.
Aday belirleme yöntemi de oldukça fazla tartışılacak sanırım.
Delegeye güvenen bir grup, ön seçimde ısrar ediyor. Ancak, genel merkez kesinlikle merkez yoklamasından yana. Zaten Alaattin Yüksel'in istediği aday tipi de, ancak merkez yoklamasıyla belirlenebilir. İş ön seçime kalırsa, gelecek adayların Yüksel'in profiline çok uymayacağı kesin...

HABER EKSPRES 10 - 07 - 2002

7 Temmuz 2002 Pazar

Acı ama gerçek

İzmir Kliği başlıklı yazıyı kaleme aldığımda bu yazının tartışmaların merkezine taşınacağını açıkçası hesaba katmamıştım. Büyükşehir belediye meclis tartışmalarına, tutanaklarına kadar giren yazı, temelde İzmir'in bazı gerçeklerini yansıtıyordu. Neydi bu gerçekler?
Kent bazı isimlerin ablukası altındaydı. Hangi taşı kaldırırsanız bu simalarla karşı karşıya kalıyordunuz. Siyasi partilerden şirketlere, sivil toplum örgütlerine, spor kulüplerine kadar her alana el atmışlardı.
Aslında saydığım alanlar birbirlerini tamamlayan yapılardır. Nasıl mı?
Siz kentin ileri gelenlerindensiniz. Kendinize yakın 100 kişiyi örgütleyerek bir şirket kurarsınız. Şirketin temel hedeflerinden biri devlet ihalelerine girmektir. Bunun için politikacılara ve baskı unsuru yaratacak sivil toplum örgütlerine ihtiyacınız vardır. Elinizdeki mali güçle size yakın olan sivil toplum örgütünün yönetimini üstlenirsiniz. Bu örgütün söylemiyle kendi söyleminizi örtüştürerek kamuoyu yaratmaya çalışırsınız. Ancak sivil toplum örgütü sizin temel ihtiyaçlarınıza tam olarak yanıt vermeyecektir. Devlet mekanizması ile de yakın ilişki kurmanız gerekecektir. Üyesi olduğunuz partileri kullanarak sizin için Ankara'da çalışacak, gerekirse bölgeyi ilgilendiren ihaleler konusunda tavır koyabilecek milletvekillerinin seçilmesini sağlarsınız. Böylece şirket, sivil toplum örgütü ve politika üçgenini yaratmış olursunuz.
Ancak toplumda da sempati yaratmanız şart. Bunun yolu da spordan özellikle futboldan geçiyor. Futbol kulüplerinden birine başkan olduğunuz zaman toplumdaki desteğiniz artacak, halkın size olan güveni sağlamlaşacaktır. Televizyonda, gazete sayfalarında boy boy fotoğraflarınız yayınlanacak, açıklamalarınız kamuoyu tarafından destek görecektir.
Devletten almayı planladığınız ihalelerden biri başka bir şirkete mi gitti, hemen bir basın toplantısı düzenler, "bögenin kalkınması" üzerine bir konuşma yapar, Ankara'daki İzmirli milletvekillerinin baskı unsuru olmasını sağlarsınız. Bölge ayrımcılığı yapmaya önceden gönüllü yerel basın da sizi sonuna kadar destekler.
Ancak burada unutulan nokta bu isimlerin kentin geleceği için mi yoksa kendi gelecekleri için mi çalıştıkları sorusudur. Kente yararlı hizmetler yaptıklarını iddia ederler, ancak kentteki rekabeti öldürürler. Çünkü kentte yaşayan "diğer" insanların onlarla rekabet yapma şansı yoktur. Onlar da bunu bildikleri için kenti terk etme, şanslarını İstanbul'da ya da başka bir kentte deneme kararı alırlar.
Kentin beyaz yakalıları de onların şirketlerinde boğaz tokluğuna çalışmaya mecburdur. Büyük bölümü de "yeter" diyerek başka kentlere göç ederler.
Sistem bu ve böyle çalışıyor. Ancak ekonomik kriz bu sistemi de çökertiyor. Ve bir zamanlar üzerine doktora tezi yapıldığı söylenen çok ortaklı şirketler birbiri ardına çöküyor. Yeni sürecin farklı ekonomik sistemi geliştireceği açık. Ve bu sistem kentin üzerine çöreklenen ve İzmir'den göçü artıran "kliğin" yeniden dirilmesine fırsat tanımayacak.

HABER EKSPRES 07 - 07 -2002

25 Haziran 2002 Salı

Super light başkan

Bolçova Belediye Başkanı Ali İhsan Ülker, icraatlarından dolayı "light belediye başkanı" olarak tanımlanır. Çocuk emekleme yarışmasından, Agamemnon Festivali'ne, Üç Band Bilardo Şampiyonası'na kadar sayısız etkinliklere imza atan Ülker'in yeni icraatı, belediyenin faaliyet raporu katalogu oldu. Her belediye tabii ki faaliyet raporu yayınlamak zorundadır. Ancak ekonomik kriz içinde olan Türkiye'de, üstelik başbakanlığın "kamu kurumlarında aşırı lüksten kaçının" talimatı varken, Ali İhsan Ülker'in turizm kataloglarına benzeyen faaliyet raporu bastırması, eleştirilerin yeniden başlamasına neden oldu.
Faaliyet raporu değil, sanki Türkiye'nin yurtdışında tanıtım kataloğu gibi... Nereden baksanız sadece bir kataloğun baskısı 12.5 milyon lirayı bulur. Yapım masrafları hariç. Biz gazetecilere de postalandığına göre en az 1000 tane basılmıştır. Gelin masrafı siz hesaplayın.
Bu kadar da değil, faaliyet raporunun eleştirecek yönleri. Ülker, birlikte çalıştığı tüm müdürlerin fotoğraflarını da yayınlamış katalogda. Hepsi teker teker aynı pozu vermişler. Hasan Cemal'in kollarını kavuşturmasından esinlenmişler. Tabii yine en başta Ali İhsan Ülker. "Light belediye"nin 2002 projeleri de var katalogda.
Projelerde ilk sırayı yeni belediye hizmet binası alıyor.
Şüphesiz Ali İhsan Ülker'e yakışacak, modern bir hizmet binası şart.
Bu kadar önemli işlerle uğraşan bir belediye başkanının hakkıdır modern, lüks bir hizmet binasında halkının istekleri için çalışmak. Ancak projenin ortalama maliyeti konusuna hiç değinilmemiş faaliyet raporunda.
Raporda, Balçova Belediyesi ve Belediye Başkanı Ali İhsan Ülker'in basında çıkan haberlerine de yer verilmiş. Hepsi olumlu, hepsi güzel haberler. Aralarında bir tek eleştirel haber görmedim. Belki de bugüne kadar hiç eleştiri almamıştır Ali İhsan Ülker. Bu kadar önemli işler başaran bir belediye başkanı neden eleştirilir ki...
Bir ay önce birinci sayfanın manşeti olan "light belediye" başlıklı haberimize bir de gönderme yapmış. "Ben light değilim, super lightım" diyor Ülker ve ekliyor:
"Reklamın iyisi kötüsü olmaz."
Biz de Ülker'in tespitinden yola çıkarak, Balçova Belediye Başkanı'nın sıfatı değiştiriyor ve kendisine kendi istediği gibi "süper light" diyoruz.
Umarız önümüzdeki günlerde gerçekleştireceği icraatlarla "Süper light" sıfatına yakışır davranır Balçova Belediye Başkanı...

HABER EKSPRES 25 - 06 - 2002

19 Haziran 2002 Çarşamba

Politikacı-gazeteci ilişkisi

Politikacı-gazeteci ilişkisi önemli, ancak bir o kadar tehlikelidir. Siyaset ile yakından ilgilenen gazeteci, politikacı ile ilişki kurarken, birçok noktayı dikkate almak zorundadır. Bu ilişkide gazeteci açısından iki ana amaç ön plana çıkar. Birincisi bilginin elde edilmesi, ikincisi de bu bilginin kamuoyuna aktarılmasıdır. Gazeteci elde ettiği bilgide objektiflik aramaz. Bilgi karşı taraftan elde edildiği için, bu bilginin objektif olup olmadığı saptanamaz. Zaten bilginin objektif olma şansı da yoktur.
Gazetecinin sorumluluk alanı, karşıdan aldığı bilgiyi yorum yapmadan, sübjektif unsurlar katmadan okuyucuya ulaştırması ile sınırlıdır. Gazeteci-politikacı arasındaki ikinci önemli ilişki, "yazılmamak kaydıyla" sızdırılan bilgilerdir. Bu, iki aktörün de istediği bir ilişki biçimidir. Gazeteci, olayların arka planını öğrenmek, sorunları doğru algılamak için bu tür bilgiye ihtiyaç duyar. Daha sonra karşılaşacağı gelişmeleri bu bilgiler ışığında yorumlamaya çalışır.
Politikacı da, gazetecinin bilgi birikiminden yararlanmak, geleceğe yönelik açılımlar konusunda destek almak için olayların arka planını anlatır, kendisinin göremediği bazı açmazları gazetecinin gözleriyle anlamaya çalışır.
Bu ilişkiyi bir bütün olarak ele aldığınızda gazetecinin işi çok daha zordur. Bir politikacı böyle bir ilişkiyi iki ya da üç gazeteci ile sürdürürken, bir gazeteci bu ilişkiyi en az 15 politikacı ile geliştirmek zorundadır.
Sonuçta iki taraf için gerekli, üretken bir ilişkidir yaşanan... Ayrıca zor bir ilişkidir. Çünkü bu biçimin sınırları belli değildir. Bir gün aktif olan, diğer gün pasif davranabilir. Ancak ilişki, birinin sürekli etken, diğerinin ise edilgen hale gelmesiyle bozulma sürecine girer. O zaman gazetecinin yapacağı şey, ilişkiyi bu aşamada noktalamasıdır. Aksi takdirde etik anlayışlar yıkılır, objektif olmaktan uzaklaşılır.
"Bunları neden anlatıyorum?" diye sorabilirsiniz. Vurgulamak istediğim nokta, özellikle gazeteci kökenli köşe yazarlarının işlerinin hiç de kolay olmadığı... Bu ayırımı özellikle yapıyorum. Çünkü gazeteci kökenli köşe yazarları ile gazeteci kökenli olmayan köşe yazarları arasında önemli bir fark olduğuna inanıyorum. Köşe yazarları bazen yazdıkları nedeniyle toplum önünde idam sehpasına götürülüyor, yerden yere vuruluyorlar. Toplumun önünde hakarete uğruyor, objektif olmamakla suçlanıyorlar.
Ancak aynı konu kapalı kapılar ardında konuşulduğunda, aslında yazılanların doğru olduğu belirtiliyor.
İşin en güç yanı da bu zaten. Yazılanların doğru olmasına karşılık, karşı tarafın salt kendisini korumak gerekçesiyle saldırıya geçmesi.
Ancak bir süre sonra alışıyorsunuz bütün bunlara... Bazen gülüp geçiyor, bazen de ilişkilerinizi yeniden düzenlemeye başlıyorsunuz.
Gördüğünüz gibi bir köşe yazarı olmak sanıldığı gibi kolay değil. Dolayısıyla eli kalem tutan herkesin köşe yazarı olması mümkün değil. Keskin bir kılıç üzerinde yürümeyi başarmak, sağdan soldan gelecek darbelere karşılık düşmeden yürümeniz gerekiyor. Bunun için de bilgi, cesaret ve inanç şart.

HABER EKSPRES 19 - 06 - 2002

16 Haziran 2002 Pazar

En büyük ödül töreni

Atatürkçü Düşünce Derneği İzmir Şubesi, her yıl yaptığını yeniden tekrarladı ve Vural Savaş'ın da aralarında bulunduğu 30 kişiye, Atatürkçülüğe Katkı Ödülü verdi. Vural Savaş'a ödül verilmesi son derece doğru. Bu ülke O'nun gibi bir Atatürkçü'yü zor yetiştirir bir daha! Zaten Vural Savaş olmasaydı, bu ülkenin ne hale geleceğini tahmin bile edemezdik.
Ödülleri alan diğer kurum ve kişiler önemli benim için. Örneğin, İzmir Ticaret Odası'na en Atatürkçü Ticaret Odası ödülü verilmiş. Ödülü, Ekrem Demirtaş gelemediği için, Meclis Başkanı DYP'li Necip Kalkan aldı. İzmir Ticaret Odası'na, neden bu ünvanın verildiğini anlamış değilim. Alınan 20 biletin, bu ödülde rolü olmadığını da özellikle belirtmek isterim.
Oduncular ve Kömürcüler Odası da, Atatürkçülüğe yaptığı "katkı"dan dolayı, ödüle layık görüldü. Katkı çok önemli. Odun ve kömür depolarına, Atatürk posterleri astırdılar.
Ödülün biri İrembe'ye, diğeri ise İrembe'nin sahiplerinden Prof. Dr. Nurettin Demir'e gitti. Ödülü alan bir başka Nurettin Demir ise sorun yok. Ancak, benim tanıdığım Nurettin Demir ise Atatürkçülüğe yaptığı katkıları bu sütundan teker teker açıklamak zorunda.
Bu ödülün diğer gediklisi, Ege-Koop Başkanı Hüseyin Aslan, önceki akşam yine ödül alanlardan biri... Bu tür törenleri kaçırmayan Hüseyin Aslan'ın, bu kez mazeret bildirmesi ilginç.
En Atatürkçü kurum olarak TRT'ye ödül verilmiş. Özel kanallara ödül verecek halleri yok ya... Çünkü oralarda bu ülkeyi sevmeyen bazı gazetecilere program yaptırıyorlar.
Bahattin Tatış, gecenin en Atatürkçü eğitimcisi seçildi.
Neden?
Yanıtı çok basit. Bahattin Tatış, Latife Hanım Köşkü'nü onardığı için, bu ödüle layık görüldü.
Ödül alanları yayınlamaya devam ediyoruz.
Atalay Noyaner. Yorum yok!
M. Ali Molay. Dalaman SEKA'yı özelleştirme programında satın alan işadamı. Bence, en doğrusunu yaptı. Ancak özelleştirmeyi istemeyen, SEKA'nın özelleştirilmesine karşı duran, ADD'nin M. Ali Molay'a ödül vermesini de anlayamadım.
Faruk Saraç... Modacı.
İnci Aküleri sahibi Cevdet İnci.
İzmir Valisi Alaaddin Yüksel de, en Atatürkçü Vali ödülü aldı. Zaten İzmir'de bir vali var bildiğim kadarıyla.
Bir gazeteci, kaynağını saklar. Ancak, bu kez ben kaynağımı açıklıyorum. Aslında bu bilgilerin bir bölümü, ADD İzmir Şubesi Denetleme Kurulu Başkanı Macit Sefiloğlu'ndan alınmıştır. Kendisi gazetemizin haber müdürü ve köşe yazarıdır. Ve hala bir ADD üyesidir.

HABER EKSPRES 15 - 06 - 2002

30 Mayıs 2002 Perşembe

Bu öfke niye?

Gazetemizin dünkü manşeti "Piriştina yemeği" konusunda farklı yerlerden telefon yağdı. Bir ara bunaldığımı kabul etmek zorundayım. Bir grup, bu spekülasyonu benim ürettiğimi iddia ediyor ve gündem yaratma peşinde olduğum suçlamasında bulunuyor. Diğer grup, haberler nedeniyle CHP'de parti içi dengelerin bozulacağını ileri sürüyor. Bir başka grup da Piriştina'nın DSP ile ilişkilerinin, bu tartışmadan dolayı bozulacağını, büyükşehir belediye başkanının bundan rahatsız olduğunu iddia ediyor ve şunları söylüyor: "Bu tartışma erken başladı. Seçime yakın bir dönemde olsaydı, konuşmalar eyleme daha rahat dönüşürdü."
Sabahın "erken saatleri"nde, 11.30'da arayanlardan biri de, CHP İzmir İl Başkanı Alaattin Yüksel oldu. Burnundan soluyordu Yüksel. Yüzyüze konuşmadığıma sevinmedim desem, yalan olur.
Piriştina-CHP konusunda haberlerin "Piriştina kaçan, CHP kovalayan" şeklinde yorumlandığını, Piriştina cephesinden görüşün aktarılmadığını ileri sürdü.
Yüksel, Genel Başkan Deniz Baykal'ın sabahtan beri aç olduğunu, o nedenle yemek yediklerini, dolayısıyla Piriştina için özel bir yemek düzenlenmediğini, Haber Ekspres Muhabiri Ahmet Çınar'ın sorularıyla Piriştina tartışmasının gündeme geldiğini, Baratalı'nın yorumlarının ise "teyp kapatıldıktan sonra" başladığını söyledi.
Olayın Piriştina tarafı üzerine birkaç yazı yazdığımı anımsıyorum. Piriştina'nın sıkıştığı, son Armutlu seçimlerinde görüldüğü üzere DSP'nin, lideri Ecevit gibi yürüme zorluğu çektiği, Piriştina'nın bir dönem daha belediye başkanı olmak istediği; DYP, ANAP gibi partilere gidemeyeceği, sol tandaslı olmasına karşın ÖDP ya da TKP gibi partilerden de aday gösterilemeyeceği konusunda tespitlerde bulunmuştum.
Sonuçta Piriştina da bir arayış içinde. Bu süreçte dönüp Ecevit'e bakacak hali yok. Çünkü Ecevit'in kendine bakacak hali yok.
Ancak kimsenin bugün ortaya çıkıp "Ben şu partiye gitmek istiyorum" demeyeceği de açık. Herkes pozisyon korumaya çalışıyor, yaklaşan fırtınalı günler öncesi. Taşlar daha yerine oturmadı.
Yüksel Çakmur da bundan iki ay önce kendisiyle görüşme talebimizi geriye çevirirken, şu açıklamayı yapmıştı:
"Temmuz'da görüşelim. Ortalık biraz durulsun."
Piriştina'nın çevresindeki bazı "isimler" de "CHP'ye gidiş" tartışmalarından rahatsız. Böyle bir olay olduğu takdirde Büyükşehir Belediye Başkanı'nın peşinden gidemeyecek, onun rüzgarından yararlanamayacak, "iyot" gibi ortada kalacaklar. Belki geri dönerler, bulurlarsa yeniden bir yerlerde köşe yazmaya başlarlar yeniden. Belediyecilik üzerine ahkam keserler.
Bu çerçevede Piriştina da pozisyon korumaya çalışıyor. Hala DSP'de olduğunu bir şekilde ifade etmek ihtiyacı içinde. Bunun için dün açılışını yaptığı Alsancak Dantel Sokak'ı "mavi-beyaz" balonlarla süsledi. Ecevit'in 78 yaşına bastığı gerekçesiyle 78 güvercin uçurdu. Ecevit de hasta yatağından izlemiştir, İzmir'den Ankara'ya uçan güvercinleri.

HABER EKSPRES 30 - 05 - 2002

29 Mayıs 2002 Çarşamba

Gündemden düşmüyor

Deniz Baykal ne zaman İzmir'i ziyaret etse, Ahmet Piriştina konusu gündeme geliyor. Bu kez de öyle oldu. Hem de partinin en üst düzeyinde, Ahmet Piriştina'nın CHP'ye geçip geçmeyeceği tartışıldı.
Karşıyaka Altınbalık Restoran'da bir masada toplanan Deniz Baykal, Bülent Baratalı, Alaattin Yüksel, Mehmet Sevigen ve Türkan Miçooğulları, Piriştina konusunu enine boyuna tartıştılar. Neler konuştukları zaten gazetenin manşetinde var. Hem de fotoğraflı. Sadece Türkan Miçooğulları eksik karede. Seçim çalışmaları nedeniyle diğer masalarda dolaştığı için gazetenin birinci sayfasındaki fotoğrafta göremedik kendisini. Gerçi Miçoğulları'nın bu konuda akılcı bir açıklaması var: "Ben masaya gitseydim, herkes oraya gelecekti. Konuşma konusu tehlikeli olduğu için onları yalnız bıraktım."
Aslında Miçooğulları'nın bu sözleri iki türlü yorumlanabilir. Birincisi, söylediği gibi Piriştina konusunun sakin bir şekilde tartışılmasını sağlamak. İkinci yorum ise daha politik. "Ben nereye gitsem kitle peşimde..."
Yemeğin mönüsü deniz börülcesi, semizotu, patlıcan közleme, kalamar tava, barbun balığı, erik ve kirazdan oluşan meyve tabağı idi. İçecek olarak sadece su tüketildi. Benim de orada olmadığım bu şekilde kanıtlandı. Masada bulunsaydım mutlaka rakı olurdu.
Deniz Baykal-Ahmet Piriştina konusundaki en büyük sorun, bu ilişkinin iki taraf arasında nasıl ve kimler tarafından başlatılacağı...
Birilerinin aracı olması şart. Partinin Ankara'da bulunan İzmir ile ilgili en üst düzeyi de aynı sıkıntıyı yaşıyor. Hem Piriştina'ya hem CHP'ye yakın birileri aranıyor, bu ilişkiyi başlatacak. Ankara'dan gelen telefonlar Piriştina konusunun genel merkezde de ciddi ciddi konuşulduğunu gösteriyor. Hatta bu işi kotarıp, Baykal'dan puan almayı hesaplayanların sayısı hiç de az değil.
CHP'de Piriştina ismine soğuk bakanlar yok değil. Bir bölümü büyükşehir belediye başkanlığına oynuyor. Onları destekleyen bir grup partili de Piriştina'ya öfkeli. Ancak CHP lideri Deniz Baykal, "temiz siyaset" ve vizyon diyor.
Partide "ben adayım" diyen hangi siyasetçi vizyon sahibi? Ya da "temiz siyaset" kavramını kim, tam olarak dolduruyor.
Deniz Baykal Ege'ye daha çok asılıyor. Biliyor, sosyal demokratların daha çok Ege'de toplandığını... Cumartesi günü yine geliyor. Uşak'ta partililere seslenecek, ardından Salihli'de CHP'lilerle akşam yemeği yiyecek.
Ancak Deniz Baykal'a bazı sorular sormak gerekli, eğer tek başına iktidar olmak istiyorsa:
1 - Bu parti ne tür bir ekonomik politika izleyecek?
2 - Bu parti Türkiye'deki herkesi kucaklamak niyetinde mi, yoksa bir düşüncenin izinden mi gidecek?
3 - Partinin karar verme mekanizmalarında kendisi gibi düşünenlerle mi çalışacak, yoksa klasik sistemi izleyerek herkese "mavi boncuk" mu dağıtacak?
Bu üç soruya NET ve AÇIK yanıt vermek zorunda. Bunu başarırsa CHP söylenen oy oranından çok daha fazlasını alır.

HABER EKSPRES 29 - 05 - 2002

21 Mayıs 2002 Salı

Uçakta buluşma

Deniz Baykal Armutlu seçimi öncesi geldiği İzmir'den uçakla Ankara'ya dönerken Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina ile birlikte seyahat etmişti. CHP - Piriştina tartışmalarının yoğun olduğu dönemde bu ikilinin aynı uçakta olması çok tartışılmış, ancak uçakta neler konuştukları üzerine bilgi alınmamıştı.
O bilgi dün elime ulaştı. Baykal ve Piriştina ile birlikte Ankara'ya uçan, oradan da Urfa'ya devam eden, İzmir politikasını yakından izleyen bir kişi, bu ikilinin konuştuklarını aktardı:
"Piriştina gerçek bir politikacı olmuş. Ben bu konuda hala iyi değilim, kimseyi beklemeden VIP otobüsüne bindim. Ancak Ahmet Piriştina, otobüsün kapısında Deniz Baykal'ın gelmesini bekledi. Baykal ile kapıda kucaklaştı, öpüştü. Sonra birlikte otobüse bindiler. Baykal uçakta, Ahmet Piriştina'yı İzmir'de şehircilik anlayışına getirdiği dinamizm nedeniyle tebrik etti. Kendisinin sabah Kordon'da yürüdüğünü, Kordon'u son derece modern ve estetik bulduğunu, kente yaptığı kazanımlar nedeniyle Piriştina'nın çok başarılı bir belediye başkanı olduğunu ifade etti. Türkiye'deki diğer kentlerin İzmir'i örnek almaları gerektiğini söyledi."
Aynı kişi Ahmet Piriştina'nın Baykal'ın gösterdiği sıcak yaklaşımdan çok memnun olduğunu, Deniz Baykal'ı başarılı bir politikacı olarak değerlendirdiğini ekledi.
Üçüncü şahıs ile tartışmamız Piriştina'nın belediyecilik anlayışında yoğunlaştı. Kentin belleğine yolculuk, açık hava sineması, açıkhava konserleri gibi kentlilik bilinci kazandıran organizasyonlar çok önemli. 1950'lerden sonra başlayan göç ile İzmir'e gelen ancak bir türlü kent ile bütünleşemeyen insanlara kentlilik bilincinin aşılanması gerekiyor.
Onlara sadece gerekli alt yatırımı sağlamak yetmez. Önemli olan bu insanlara kentte yaşadıklarını anlatmak, yaşamlarını kentin kuralları içerisinde sürdürmeleri gerektiğinin altını çizmek gerekli. Piriştina'nın şehircilik anlayışı da bu düşünceye paralel gidiyor.
Üçüncü kişiyle konuşmamız, dönüp dolaşıp yine Piriştina-CHP ilişkisine geldi. O da Piriştina'nın başarılı bir belediye başkanı olduğunu, DSP'nin geldiği noktadan sonra yeni parti arayışına girmesi gerektiğini ve CHP'nin parti olarak en doğru noktada olduğunu ileri sürdü.
"CHP içinde kimse yok mu" soruma ise, "Olabilir. Ancak il yönetimindeki arkadaşlar kongrede, yönetim kademelerinin atlama taşı olarak kullanılmasına karşı olduklarını, bu nedenle hiçbir yere aday olmayacaklarını söylediler. Şimdi aday olurlarsa kendi söylemleriyle çelişirler" yanıtını verdi.
Görüldüğü kadarıyla bu tartışma burada bitmeyecek. Hem CHP'den hem DSP'den yazdıklarıma yönelik sert eleştiriler gelecektir. Kimi önü tıkandığı, adaylık şansını yitirme telaşında olduğu için eleştirecek, kimi beklentilerine yanıt alamadığı için... Ancak tüm bu eleştiriler varolan olguyu ortadan kaldırmaya yetmiyor.

HABER EKSPRES 21 - 05 - 2002

5 Mayıs 2002 Pazar

TKP de merak ediyor

Türkiye'de ilk kez Türkiye Komünist Partisi'nin Armutlu'da seçime gireceğini duyurmuş, üstelik bunu birinci sayfada manşet haber olarak okuyuculara aktarmıştık.
Komünist Parti Genel Başkanı Aydemir Güler ile İzmir İl Başkanı Levent İncedere, Armutlu'daki seçim çalışmaları öncesi gazetemizi ziyaret ettiler. Onlar da haberin manşetten çıkmasına şaşırmış önceleri.
Bir ilk yaşanıyor Türkiye'de. 1920'lerden beri tabu olan "komünist" sözcüğü bir partinin adında yeniden karşımıza çıkıyor. Onlar da bu gelişmeden memnun.
Daha önce Sosyalist İktidar Partisi adı altında seçimlere katıldıklarını, ilk kez kendi kimlikleriyle siyasi mücadelenin içine girdiklerini belirtirken, bunun gururunu yaşıyorlardı.
Armutlu ve Türkiye'nin genel siyasi atmosferi üzerine konuştuk.
Armutlu insanının onlara bakışı, verdiği tepkiydi, benim için önemli olan.
İl Başkanı İncedere sorumu yanıtladı:
"Seçim büromuzu ziyaret ediyorlar, çay kahve içip sohbet ediyorlar. Hepsi varolan partilerden bıkmış. Biz de, onlar gibi düşündüğümüzü söylüyoruz, şaşırıyorlar."
"Neden Armutlu'da seçime girdiniz" soruma ise çok açık yanıt veriyorlar.
"Düne kadar, böyle bir beldenin olduğundan haberimiz yoktu. Ancak seçim yapılacağını öğrenince parti olarak katılma kararı aldık. Yüksek Seçim Kurulu da, örgütlenmemizi tamamladığımız için seçime girmemizi kabul etti. Bizim için çok önemli bir deneyim. Seçimden alacağımız oyun ne olacağını, inanın biz de bilmiyoruz. Bizim için önemli olan bu seçime kendi kimliğimiz ile katılmak."
Yaklaşık bir saat süren konuşmada partinin ideolojik yapısına hiç değinmediler. "İşçi sınıf diktatörlüğü", "Faşizm karşıtlığı" gibi sloganları öne çıkarmadılar. "Bizim ismimiz Komünist Parti. Zaten ideoloji bu ismin içinde. Daha fazla üstelemeye gerek yok" tavrını gösterdiler. Bu da önemli ve olumlu bir gelişme.
Türkiye toplumunun, yılların tabusunun yıkılmasına yönelik tepkisini, "Sovyet iktidarının çöküşüyle birlikte komünist korkusunun da ortadan kalktığı, komünist kavramının korku ile algılandığı dönemin sona erdiği, bu nedenle Türkiye'nin bu gelişmeyi normal karşıladığı" şeklinde değerlendirdiler.

HABER EKSPRES 05 - 05 - 2002

1 Mayıs 2002 Çarşamba

Erken seçim erkene alınacak

Türkiye erken seçime hazırlıklı olmalı. Hem de Kasım'a kadar... Herkes önümüzdeki yıl Nisan ayını bekliyor. Ancak bugün yaşananlar ve yapılan açıklamalar, koalisyondaki çatlağın bir yarık haline geldiğini ve hükümetteki partilerin bu yükü taşıyamayacağını gösteriyor. Tek tek bakalım.
1 - Af yasası konusunda hükümet ortakları arasında derin görüş ayrılıkları var. Rahşan Ecevit'in başımıza açtığı bu sorun giderek büyüyor. Erkan Mumcu dün Armutlu'da yaptığı açıklamada "Af konusunda Türk halkından özür" diledi. Bülent Akarcalı'nın da bu yöndeki açıklamasını unutmamak gerekiyor. Ancak Hükümet Sözcüsü Yılmaz Karakoyunlu, "Koalisyonun selameti için af yasasını aynen iade edileceğini" söyledi.
2 - RTÜK Yasası'nın Cumhurbaşkanı'nın Meclis'e göndermesinin ardından tartışmalar şiddetlendi. TBMM Başkanı MHP milletvekili Ömer İzgi, bugün TBMM Genel Kurulu'nda ele alınması beklenen Radyo ve Televizyon Yasası'nda değişiklik yapılması için bazı görüşmeler yürüttüğünü açıkladı. ANAP lideri Mesut Yılmaz da yasada değişiklik yapılmasına sıcak bakıyor. DSP'liler ise soğuk...
3 - İdam cezası ve Kopenhag kriterleri üzerine koalisyon ortakları arasında süregelen tartışmalar bitmek bilmiyor. Kasım ayında AB'ye tam üyelik için müzakere sürecinin başlangıcı kararı alınacak. Dolayısıyla Kasım'a kadar koalisyon üyeleri arasında bu konu üzerine tartışmalar giderek alevlenecek
4 - Demokratik Sol Parti ( DSP ) Milletvekili İsmail Aydınlı'nın dün yaşamını yitirmesi nedeniyle DSP'nin meclisteki sandalye sayısı 127'ye düşerek iktidar ortağı MHP ile eşitlendi. MHP, bir süredir "İktidara hazırız" mesajları veriyordu. DYP ya da ANAP'tan bir milletvekili transfer etmesi halinde parlamentonun en büyük partisi olacaklar ve doğal olarak başbakanlığın MHP'ye geçmesini isteyecekler. Buyrun size bir başka tartışma noktası.
Tüm bu olasılıklar dikkate alındığında erken seçim çok yakın gibi. Üstelik muhalefetin giderek sertleşen tutumu, makro ekonomik dengelerin hala istenilen noktaya ulaşmaması, Kıbrıs konusunun çok yakında devreye girecek olması da bu süreci hızlandıracak gibi...
Siyasi partiler yaklaşan erken seçimi farkettiler. Nerede olduklarını görmek, fitili ateşlemek, kamuoyuna güçlerini göstermek için Armutlu'yu mesken tuttular. 

HABER EKSPRES 01 - 05 - 2002

28 Nisan 2002 Pazar

ÇGD'den RTÜK yasa tasarısına hayır

Çağdaş Gazeteciler Derneği İzmir Şubesi'nden, yeni RTÜK Yasa Tasarısı'na tepki geldi. Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Gençel, yeni yasanın kabul edilemez olduğunu söyledi.
Gençel, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, TBMM gündemine gelen RTÜK Yasa Tasarı'sının haber alma, düşünce ve ifade özgürlüğüne çağdışı bir kısıtlama getirdiğini belirterek, "Yeni yasa, 9 üyesinden 7'sinin hükümet tarafından seçildiği, dolayısıyla iktidarın denetimine ve baskısına açık yapısı ile, yaptırımlara neden olacak suç kapsamına giren kriterlerin yoruma ve istismara son derece açık olması ile çağdaş dünyanın özgür iletişim kanalı olan internete getirdiği kısıtlama ve yasaklarla, yüksek cezai yaptırımlarıyla var olma savaşı veren yerel yayın organlarının yaşamlarına yönelik ciddi tehdit oluşturmasıyla özellikle kabul edilemezdir" dedi.
Düşünce, ifade ve haber alma özgürlüklerine sahip çıkarak, RTÜK Yasa Tasarısı'nın bu haliyle yasalaşmasına 'hayır' dediklerini belirten Gençel, "Öncelikle İzmir milletvekillerini ve TBMM'nin değerli üyelerini duyarlı davranmaya çağırıyoruz" dedi.

HABER VİTRİNİ 28 - 04 - 2002

17 Nisan 2002 Çarşamba

Zeki adam

Ortada bir dedikodu dolaşıyor "Piriştina CHP'ye geçiyor" diye. Ben de bu dedikoduları öğrenmek için Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın düzenlediği "Üç yılın değerlendirilmesi" adlı toplantıya katıldım. Amacım bu tespitleri yapanların ne kadar "gerçekçi" yaklaştıklarını saptamak ya da olayın sadece "düzmece" mi olduğunu görmekti. Bir şeyler dönüyor, ama algılamakta zorlanıyorum gerçekten.
Bir haftadır İzmir bunu konuşuyor. CHP'sinden DSP'sine kadar, belediye çalışanlarından kente yön verenlere kadar herkes bu işin peşinde...
Bazıları da bana soruyor. Neden bana sorduklarını anlamıyorum, ancak hoşuma da gitmiyor değil.
Dünkü toplantıya katılma gerekçem de buydu. Toplantıyı gözleyerek bana yöneltilen sorulara daha doğru yanıt verebilmekti amacım.
1 - Toplantıda il başkanı dışında CHP il yönetiminin önemli isimleri hazır bulundu. CHP'li meclis üyesi Ali Karabay da basın toplantısındaydı. Nedense DSP'li meclis üyeleri yoktu.
2 - Ahmet Piriştina CHP'li Çiğli Belediye Başkanı Tevfik Alyanak'a "uzun" övgüler ilettikten sonra söz verdi.
3 - Son olarak konuşan CHP'li Ertan Avkıran sözü o kadar uzattı ki... Piriştina'ya baktım, "Belki keser" diye. Nerede... Avkıran'ın konuşmasını dinlemekten zevk alıyor gibiydi.
4 - Kuliste birçok basın mensubu "Neler bildiğimi" sordu. Bana bu tür soruların sorulmasını inanın hiç anlamadım.
5 - Kuliste diğer bir soru da Piriştina'dan geldi. "Süleyman neyin peşinde olduğunu çözemedim" dedi bana. Ben de kendisine "bu soruyu bana neden soruyorsun" edasıyla bakarak "iz peşindeyim" yanıtını verdim.
6 - Zeki adam Piriştina... Ortalığı karıştıranlara yönelik açıklamasında, DSP üyesi bir belediye başkanı olmasının getirdiği ağırlıkla konuştu. Kapının kapandığına yönelik bir ses duymadım. "Işık sızacak" kadar açık kaldı sanırım.
7 - "Toplantının havasını değiştireyim" dedim. Büyükşehir Belediye Başkanını, son günlerdeki "Piriştina-CHP merkezli" tartışmalardan uzaklaştırmak, dedikoduyu üretenlerin önünü kesmekti amacım. Olayı biraz entellektüel boyuta taşıyıp Piriştina'ya büyükşehir belediyesi sisteminden mutlu olup olmadığını sordum. Ve o koltukta "seçilmiş vali" olarak oturmasının kendisine sağlayacağı avantajları ifade etmeye çalıştım. Bu konuda sorunları olduğu belli. Ancak "seçilmiş valilik" konusunun tartışılmasının erken olduğunu söyledi. "Vilayet-büyükşehir belediyesi çatışması yaratıp, kente biraz dinamizm kazandıralım" umudumun elimden kayıp gittiğine üzüldüm. Ben size demiştim, Ahmet Piriştina sandığımızdan daha zeki adam...

HABER EKSPRES 17 - 04 - 2002

16 Nisan 2002 Salı

Hiçbirşey olmuyor

1990 yılıydı. 23 yaşındaydım. Yeni Asır gazetesinde harika çocuk olarak çalışıyordum. İyi para alıyordum ve hepsini gazetenin yanındaki otelin barında harcıyordum. Akşam 8-11 arası ve 12'den zıbarana kadar. Arada gazeteye dönüp baskıyı kontrol etmek gerekiyordu.
Bütün bunları Süleyman'la beraber yapıyordum. O benim ekürimdi. Gazetenin diğer harika çocuğu. Gerçi eşek kadar herifti, benden 4-5 yaş büyük. İstanbul'dan gelmişti. Biraz havalardaydı ilk başta. Yok iki üniversite bitirmiş, yok Boğaziçi Tarih'te mastır yapıyormuş, yok bilmemkaç dil biliyormuş, şöyle kültürlüymüş, böyle sporcuymuş. İngilizce ve Yunancayı iyi konuşuyordu, Almanca, Fransça ve Arapça bildiğini de iddia ediyordu yanlış hatırlamıyorsam. Ama atıyordu. Neyse, Güngör Mengi bulmuş bunu, iknâ edip postalamışlar İzmir'e. O sırada gazetede yine operasyon var tabii. (Yeni Asır, uç beyliği gibiydi. Ortalama yılda iki defa yönetim değişirdi. Ben yedi yılda üç genel müdür, beş genel yayın yönetmeni, bilmemkaç yazı işleri müdürü gördüm.)
Dediğim gibi, bu Süleyman'ı da vaatlerle kandırıp şutlamışlar. Eleman geldi, şaşırdı. Kasılıp kaldı İzmir'de. Bir tek benimle konuşuyordu. Doğal seçilimden korunmak için mecburen anlaştık. İyi dost olduk. Ona "Sulu" diyordum.
Herif çatlaktı. Ben de normal sayılmazdım. Bütün gün deli gibi çalışıyor, bir sürü yazı düzeltiyor, sayfa çiziyor, onları yapıyor, resim seçiyor, pikaja, montaja bile burnumuzu sokuyorduk. Birbirimize sürekli küfrediyor, birer karış sakal ve tuhaf kıyafetlerle gazetenin içinde dolaşıp duruyorduk. Akşam da sünger gibi içiyorduk. (Ben artık soya eti gibi içiyorum, bu kazma ise evlendi. Ha, bu arada, sosyopat herif, çocuğu olunca oğlanın adını Sanal koydu.)

***

Cuma akşamı taşra baskısını hazırlayıp Sulu'yla Karaca Oteli'nin barına yollandık. Çoğu insanın aksine, Cuma gecesinin diğerlerinden farkı yoktu bizim için. Amerikan bardaki yerlerimize çöktük. İkimiz de sokağı gören camın önünde, barın kısa kenarında oturmayı tercih ediyorduk. Sırtımızı cama dönüyor ve görüş alanımıza kül tablaları, içki şişeleri, bir de barmen İskender'den başka birşey girmemesine dikkat ediyorduk. Barmen İskender komik biriydi. Genç Ali Rıza Binboğa'ydı. Onu Skender diye çağırıyorduk.
"Skender," dedim, "biz geldik. Gardını al."
Sırıtarak ellerini kaldırıp teslim oldu. Garddan anladığı buydu. Süleyman'la ona bakakaldık. Birbirimize dönüp güldük. Bu geceyi de kurtarmış, sebebimizi bulmuştuk... İskender'in durumunun umutsuzluğuna içebilirdik.
Süleyman'ın bir şişe cini, benim de bir şişe votkam olurdu daima. İkisi de Tekel marka. Sadece buzla içerdik. Genellikle gecede yarımşar şişe, bazen birer. Ve aralıksız sigara. Yemek yemezdik. Sadece Skender'in önümüze sürdüğü çiğ sebzeler... Şampanya bardağında havuç, salatalık. Katır-kutur… Süleyman yeşil zeytin severdi. Benden de sürekli sigara otlanırdı. Sebebini anlamazdım. Aynı parayı alıyorduk. Üzerinde durmazdım ama.
Skender votkayla cini verdi. "Oğlum Skender," dedim, "bu ne lan? Ben votka mı istedim? Ne içiyorsunuz, diye sorsana. Ne biçim barmensin?!"
O gün çok yorulmamıştım, keyfim yerindeydi ve bunun suçlusu barmendi. Ama Skender, şaka kaldırırdı. İsterse kaldırmasın, maaşı kadar bahşiş alıyordu bizden. Sırıttı:
"- Ne içiyoruz?"
"- Seni bilmem, ben ayriş kafi istiyorum."
Skender şaşırdı:
"- Abi neskâfi var, Türk kahvesi var."
"- Oğlum Skender, senden adam olmaz. Ayriş kafi diyorum. Barmen misin, hırt mısın! Ayriş kafi ne demek bilmiyor musun?"
Süleyman cinini içiyordu. Bir sigara yaktı. Bense boş gevezelikle uğraşıyordum. Salak enerjisi.
Skender bu arada ölü balık gibi bakmaya başlamıştı.
"- Bilmiyorum abi."
"- Bilmiyorsan sor o zaman."
"- Ne demek abi o dediğin?"
"- İrlanda kahvesi oğlum. Viskiyle, kremayla yapılıyor."
Reçeteyi almıştı Skender. Rahatladı.
"- Yaparız abi, sen iste…"
"- Yap bana bi tane ayriş kafi Skender."
"Hemen abi", deyip önümdeki dolu buzlu votka bardağına uzandı.
"- O kalsın Skender. Senden o. Cezanı çek. Hadi bakayım, güzel filtre kahveye İrlanda viskisi katacaksın iki parmak, restorandan krem şanti de al. Elinle koyma sakın."
Skender'i kadrajımdan çıkarıp bir dikişte votkanın yarısını içtim, içinde olmasını istemediğim limonu kabuğuyla ağzıma attım, çiğnedim, hepsini çalkalayıp yuttum, bir sigara yaktım ve Süleyman'a döndüm. Bana bakarak havuç kemiriyordu. Ağzında aynı anda çamfıstığı, cin, buz kırığı, havuç parçaları, sigara dumanı, psikopat bir sırıtış ve söyleyecek söz bulundurabilen fazla sayıda adam olmadığını düşündüm. Sulu'nun değerini bilmeliydim. "Naber lan?" dedim.
"- N'oldu oğlum, stajyer tamam mı?"
"- Değil… Ne stajyeri be?"
"- Salak, yeni kız pas atıyor sana."
"- Herkese atıyor. Salak sensin… Hiç Burroughs okudun mu?
"- Ne alâkası var ya?"
"- Bi alâkası yok. Konuyu sevmedim."
"- Okudum tabii."
"- İyi."
Ağzına bir salatalık dilimi attı, onu kemirirken kalan cini devirdi, bunları yutmadan bardaktaki buzları da ağzına sızdırdı ve onları kırarken sigarasından bir nefes çekti. Bir yandan da sırıtıyordu. Nasıl yaptığını anlamıyordum. Ağzı mutfak robotu gibiydi.
Bakarken dayanamayıp güldüm ve votkamı bitirdim. Cebimden demir para çıkardım, diğer elimi devreye sokmadan barın üzerine dikip fiskeyi vurdum. Dönerken ikimiz de baktık. Para düştü, durdu. Yazı. "Skender" diye bağırdım.
Barın arkasında diğer uçta saat tamir eder gibi Irish Coffee yapmakta olan Skender doğruldu. Gülerek baktı. O mu çok salaktı, bizim halimiz mi trajikomikti…
Parmaklarımla "iki" yaptım. Tabii ki anlamadı. Aynı işaretle karşılık verdi. Onunki zafer anlamındaydı. Evet, bizim durumumuzda birşey yoktu… O çok salaktı.
Sabırla "Skender, içki" dedim. Gururla yanaştı. Önüme bir fincan koydu. İçinde sütlü kahve renginde bir sıvı vardı. Başımı kaldırdım, pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. "Bu ne Skender?" diye sordum. Cevabı biliyordum.
"- Ayliş kafi."
Sulu midesinden gelen kahkaha basıncına dayanamadı, zeytin, havuç, çiğnenmiş buz karışımını bara püskürttü.
Süper herifti Skender.
"- Ayliş değil, ayriş. Hem bunun neresi ayriş kafi oğlum, fincan mı İrlanda'dan?"
"- Aynen tarif ettiğin gibi yaptım abi… Aaay-nen!"
"- Oğlum krem şanti dedik, süt mü koydun içine?"
"- Yok abi, krem şanti koydum iki kaşık, karıştırdım da iyicene…"
"- Karıştırılır mı hiç kaz herif! Kahvenin içine viskiyi dökecen, üstüne kremayı koyup getirecen. Olur mu böyle ayriş kafi?"
"- Ne biliyim ben abicim ya? Karıştırma demedin ki…"
"- Sen de bana 'Abi yüzüme vurma' demedin. Bu yüzden şimdi burnuna bi tane indiğimde 'niye' diye sorma.
"- ………"
"- Kazma herif yaa… Ver ordan votka. Bununla da bulaşık yıkarsın. Hesaba yazayım deme."
"- Ayıp ediyosun abi."
"- Votkaya limon koyma… "

***

Beşer tane içip saçma sapan şeylerden lafladıktan sonra telefon geldi. Gazeteye döndük. Yazı İşleri Müdürü odasındaydı. Kapısını kapatmış, sigara içerek telefonla konuşuyordu. Suratından düşen bin parçaydı. Standart durum. Karısı olmalıydı. KarIsıyla sorunları vardı. Sevgilisiyle de tabii. Kadınlarla hep sorunları olurdu. Onlara şak diye doğruyu söylemek için fazla yumuşaktı. Sonuçta kabak hep bunun başına patlar, geceyarılarına kadar gazetede oturup telefonda fırça yer, dert anlatırdı. Mutsuzdu. İyi adamdı. Dayım olurdu.
Neyse, onu sigara içerken görünce hemen biz de birer tane yaktık. Binada sigara içmek yasaktı. Hatta, bu gerzekliğin Türkiye'de ilk başladığı yerdi Yeni Asır. Süleyman'la ben önemsemezdik. Gerzek değildik.
Basılan gazeteyi kontrol ettik. Şehir baskısına yapılacak ilâveleri gözden geçirdik. Bara dönmeden önce dayımın odasına uğrayıp sigara otlanmaya karar verdik.
Kapıyı açtık. Dayımın yüzü aydınlandı.
"- Eee çocuklar… Bu gece ne yapıyoruz?"
Birbirimize bakıp güldük...
"Munlayt en vodka" dedim. Süleyman ekledi:
"- Bili cin."
Bizimki birşey anlamamıştı. "İçiyoruz" dedim, "ben votka, Sulu az cin…"
"- Az mı? Niye az?"
Bu adama esprinin yanında prospektüs vermek lazımdı. Süleyman "Gidelim Kris" dedi ve dayıma döndü:
"- Sen de gel."
"- Nereye?"
"- Santana Pavyonu'na…"
Dayım, Mustafa Topaloğlu bakışıyla kalakaldı.
"- Nereye olacak, Karaca'ya."
"Tamam," dedi, "size nasıl içileceğini göstereyim."
Süleyman'ın ağzında sigara dumanı, salyası ve kemirdiği tırnağından başka birşey yoktu. Gülerken sadece onları püskürttü. Yunanca birşeyler geveledi. Kafayı bulmaya başlamıştı. Sarhoş olunca bildiği yabancı dillerden tuhaf bir kokteyl yapar, laf diye ortaya söylerdi.
"Şeref duyarız, diyor" dedim, "gidelim. Senden öğreneceğimiz çok şey var."
Dayım "Gidelim arkadaşlar," dedi, "gününüzü göstereyim."

***

İki buçuk saat sonra Süleyman'la ben birer şişeyi devirmiş, dayımın karısıyla, evlâtlarıyla, sevgilisiyle, patronuyla ve diğer gazete yöneticileriyle olan sorunlarının hepsini öğrenmiştik. Birazdan çocukluğunu anlatmaya başlayacaktı.
Süleyman'a döndüm, kafayı bara yaslamış kestiriyordu. Bir yandan havuç çiğnediğini farkettim, o sırada burnundan sigara dumanı saldı. Acayip bir herifti. O uyurken ağzında vardiya değişiyordu sadece… Bu sırada yerinde kaykılan dayımdan şöyle bir ses çıktı:
"- Yaaaa-hşşşteble."
Barda sakil durmaya başlamıştık. Birşeyler yapmalıydım:
"- Lobideki masalardan birine geçelim mi artık?"
Süleyman kafasını kaldırıp itiraz etti:
"- Niye ya, iyi burası…"
"- Sulu, yanındaki müşteri, ara sıra aranızdaki çukur şeye sigarasının külünü silkmek istiyor. Ama içinde kafan olduğu için bunu yapamıyor. Seni uyandırmak istemediği için de yarım saattir sigara yakamıyor."
Süleyman ayağa kalktı, yanındaki kadına ters ters bakarak diğer uca yürüdü. Aralıktan geçip barın arkasına girdi. Bir yandan fermuarını açıyordu. İki adım attı, Skender'le burun buruna geldi. Önce boş boş baktı, sonra tanıdı ve döndü. Barın arkasından çıkıp tuvaletin gerçek yerine yöneldi. Giderken Skender'e seslendi:
"- Bınıbijinvr."
Durum matraklaşmıştı. Süleyman, olmuştu iyice. Laflarını çevirmek zorundaydım:
"- Cin ver oğlum Süleyman abine. Rusça bilmiyo musun sen? Bana da votka."
"- Abi şişen bitti. Yenisini açayım mı?"

"- Yok Skender, açma. Madem bitti votka, o zaman sen bana Altın Likörü aç bi şişe. Hamdi Abi'ye de bi Tom Collins yap."
"- ………."
"- Yaaa! Uğraşma oğlum benimle. Lafla çizerim seni. Açığını biliyorum. Kokteyl siparişi verdirtme bana."
Süleyman geri döndü. İşeyince kendine gelmişti. Çabuk pes ettiğini görmemiştim zaten. "Fermuarını kapat" dedim. Sırıttı, kapattı, oturdu.
"- Skender, cin."
Canlanmıştı. Yanındaki kadına döndü:
"- Size bi içki ikram edeyim."
Kadın güldü:
"- İyi olur."
Süleyman bir dikişte cinin dörtte üçünü içti, bardağı kadının önüne itti. Uzanıp kadının önündeki paketten bir sigara aldı, kadının çakmağıyla yaktı, ağzına birkaç fıstık ve bir zeytin attı. Sigaradan derin bir nefes çekti, hepsini çiğnerken kadına sırıttı. Derhal lobiye geçmeliydik.
Kadın, hedefe ulaşana kadar alttan almaya kararlıydı.
"- Gazetecisiniz herhalde…"
Süleyman "hı hı" derken ağzından bir parça fırlayıp kadının boynuna yapıştı. Süleyman işaret parmağını yaladı, ıslak ucuyla parçayı kadının boynundan aldı ve ağzına attı. Sonra kadının önündeki bardağı işaret etti:
"- İçiyor musunuz?"
Cevap beklemeden kalan yudumu bitirdi, seslendi:
"- Skender, iki cin, çerez ve havuç."
Dayımdan bir horultu yükseldi.
Kadın "Muhabir misiniz?" diye sordu. Süleyman hıçkırdı.
"Şu anda haber" dedim, "Skender, biz lobiye geçiyoruz. Hanfendi kalıyor. Sen kapatmıyor musun hâlâ?"
"- Birazdan abi."
"- İyi, bizim teşkilâtı kur da geçelim. Birer de ayriş kafi yap bize, koy sehpaya."
Skender masaya bolca zeytin, havuç, çerez götürdü. Ardından iki buz kovası, birer şişe cin, votka, rakı, su, üç de kültablası…
Lobideki rahat koltuğa kendimi attım. Saat dörde geliyordu. Skender biraz sonra Irish Coffee müsvettelerini getirdi, masaya bıraktı. Bu sefer karıştırmamıştı. Sağ elinin üzerinde ve ağzının kenarında krem şanti vardı. Beş dakika sonra "iyi sabahlar" deyip gitti.
Süleyman ayıktı. Hemingway'den, London'dan filan konuştuk. Gaza gelip hızlı içmeye başlamıştık. Bu yüzden, laf Mishima'ya gelince mevzuyu değiştirmeyi tercih ettim… Süleyman Fukuyama'dan bahsederken iyice sıkılmaya başlamıştım.

***

İğrenç bir uğultu ve vınlamayla uyandım. Bir şey ayaklarıma vuruyordu. Saldıran yaratığı görmek için doğruldum ve aşağı baktım. Elektrikli süpürgeydi. Yandan ses geldi:
"- Ayakları galdırın."
Ayaklarımı kaldırdım, kadın sehpanın altını iyice aldı. Sonra, sehpaya ayaklarını uzatarak sızmış olan Süleyman'ı kaldırdım. Kafası beton gibiydi. Dayımı kaldıramadık. Efes Oteli'nin önündeki taksi durağına taşıdık, bindirip gönderdik. Süleyman da arkadaki taksiye bindi. Şoför sordu:
"- Abi ne tarafa?"
Süleyman konuşamıyordu. Hatta kafasını kaldıramıyordu. Kaşlarını kaldırarak alnıyla ileriyi işaret etti.
"Karşıyaka'ya" dedim, "vapur iskelesinin önünde bırak. Gider o."
Güneş yükselirken taksiyle ayrı yönlere ilerledik. Evim yakındı. Sokakta insanlar vardı. İşe gidiyorlardı. Az ileride adamın biri simit ve boyoz satıyordu. Bir kadın yanaştı, birşeyler söyleyip para uzattı. Adam, iki bol yağlı boyozu, önceki gün yaptığım dış haberler sayfasına sararak kadına verdi. Yürümeye devam ettim. Dört-beş saat sonra işte olmalıydım. Uğraşacak dört-beş sayfam vardı. Süleyman'ın da öyle…
Gazetenin harika çocuklarıydık. Harika bir hayatımız vardı.

***

İki yıl sonra gazeteciliği bıraktım. İyi oldu.

http://www.batug.com/ 16 - 04 - 2002 (Batuğ Evcimen)

9 Nisan 2002 Salı

Adayların resmi geçidi

CHP 7 Nisan Pazar günü "İktidara yürüyüşe hazırlık" toplantısını İzmir'de yaptı. Katılımın yoğun olduğu toplantının asıl amacı il örgütlerinin yaklaşan seçimde üstüne düşen görevlerin saptanması ve sorunların ortaya konmasıydı. Düzenleme komitesi partinin bir adım daha ileri götürülmesi konusunda iyi niyetliydi. Ancak toplantı kendisini bir yere aday görenlerin şovuna dönüştü. Söz alan konuşmacıların büyük bölümü, seçim hazırlıklarını tartışmak yerine kendilerinin ne kadar "önemli" ve "başarılı" olduğunu, bu nedenle mutlaka "aday" olmaları gerektiğinin altını çizdiler.
İçeride "adaylar" kendilerini tanıtırken, toplantının yapıldığı binanın bahçesi de kulis merkezi gibiydi. Herkes bir yere aday olduğunu açık ya da üstü örtülü dile getirdi.
En ilginç nokta Ahmet Piriştina üzerine olan tartışmaydı. Büyük çoğunluk Piriştina'nın CHP'ye gelmesine ve büyükşehir belediye başkanı olmasına karşı değil. CHP'nin İzmirlilerin kabul edeceği bir etkin bir adayı yok zaten.
Ancak bu aday belirleme sürecini hızlandırmak şart. Aksi taktirde bu tür toplantılardan sonuç beklemek yanlış olur. Parti adaylarını belirler ve küskünlükleri ortadan kaldırabilirse seçim hazırlıklarını daha akılcı ve sistemli şekilde sürdürebilir. Yoksa bu tür toplantılar kendilerini aday görenlerin resmi geçidi olmaktan öteye gitmez.
CHP'deki yükseliş, partinin "paslanmış ağır topları"nın da dikkatini çekmiş. Alev Coşkun, Birgen Keleş "son bir kez daha" diyerek "yeniden ısınma" turlarına başlamışlar bile...
Toplantının açılış konuşmasını Genel Sekreter Önder Sav yaptı. Sav'ın konuşması 1977'leri anımsattı bana. Konuşmayı dinleyenler "CHP'de hiçbir değişiklik yok" tanımlamasını yapabilirler. Ancak önemli olan Deniz Baykal'ın söyledikleri. CHP Genel Başkanı televizyonlarda yaptığı konuşmalarda partinin yeni liberal çizgisini açıkça ortaya koyuyor.
Önder Sav genel başkanını fazla izlemiyor galiba... Deniz Baykal'ın geldiği yerin farkında değil.
"Vatan, millet, Sakarya" ile bir yere gidilemeyeceğini, "IMF dışarı", "düşman AB" gibi sloganlarla sadece küçük çocukları kandırabileceğini görmek zorunda Önder Sav.
CHP'nin atağı, Piriştina'nın konumu merkez sağ partileri de harekete geçirdi. Olası bir "CHP'li Ahmet Piriştina"ya karşı merkez sağ partilerde de büyükşehir belediye başkanlığı için adaylar ortaya çıkmaya başladı. Onları da yarın kaleme alalım.

HABER EKSPRES 09 - 04 - 2002

7 Nisan 2002 Pazar

Herkes göreve

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik süreci için büyük mücadele veriliyor. Türkiye toplumunun yüzde 74'ü Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmasını destekliyor. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler toplum ve devlet bazında yumuşuyor. Ekonomik kriz içindeki Türkiye para arıyor, yatırımlar durmuş, istihdam sorunu yaşanıyor. Görüldüğü gibi manzara bu, ülkede...
Türkiye'nin bu sistem içinde dış yardıma ve dış kaynağa ihtiyacı var.
İşte bu kaynak bir şekilde Tire'ye ulaşmış. Tam 100 milyon dolar... Avrupa Birliği kaynaklarından sağlanan proje, Yunanlı firmalar tarafından önce İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin önüne getirilmiş. Ancak istenilen yanıt zamanında alınmayınca, şirketin daha sonra bağlantı kurduğu Tire'ye yönlendirilmiş.
Herşey hazırlanmış. İş sadece belediye başkanının Tire belediye meclisinden yetki almasına kalmış.
İşte bu aşamada DPY ve MHP'li belediye meclis üyeleri projeye ret yanıtı vermişler. Belediye başkanıyla siyasi açıdan çekişme içinde olan ANAP'lı meclis üyelerinden biri de ret kullanınca 100 milyon dolarlık proje askıya alınmış. Belediye Başkanı Tayfur Çiçek projeyi yeniden belediye meclisine getirecek ve yetki isteyecek. Ancak aynı tavırla karşılaşmaktan korkuyor.
Neden korktuğunu anlamıyorum. Herşey o kadar açık ki...
ANAP lideri Mesut Yılmaz, Türkiye'nin AB üyeliği için sürekli Avrupa'da. ANAP İzmir İl Başkanı Bilal Doğan, Türkiye'nin kurtuluşunu AB'ye tam üyelikte görüyor. Bu ikili Tire'deki ANAP'lı belediye meclis üyesini derhal "ikna" etmeli.
Ya DYP'li belediye meclis üyeleri. Bir hafta önce Tansu Çiller, DYP İzmir İl Başkanı Kani Aydoğdu ile gazetemizi ziyaret ettiğinde DYP liderine bizzat "AB'ye girmek ve Yunanistan ile ilişkilerimizi düzeltmek istiyor musunuz" sorusunu yöneltmiş ve şu yanıtı almıştım. "Evet, Türkiye'yi AB'ye sokacak tek parti biziz.
Tire'nin MHP'li Meclis üyelerini ise Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici'ye havale ediyorum. Geçtiğimiz yıl Ankara'da gerçekleştirilen Cem-Papandreu görüşmesi sırasında Türk ve Yunan gazetecileri biraraya toplayan Şevket Bülent Yahnici, gazeteci Dimitris Agadis'in çevirisini üstlendiği konuşmada şu açıklamayı yapmıştı:
"Göreceksiniz, Türkiye ile Yunanistan arasındaki barışı MHP olarak biz sağlayacağız..."
Gazetecilere konuşmak kolay Yahnici. Önemli olan pratikte barış için nelerin yapılacağı... İşte önünüzde iyi bir fırsat var. Bunu kullanmanız gerekiyor.
Belediye Başkanı Tire Belediye Meclisi'nden projenin devreye girmesi için yeniden yetki isteyecek. Bilal Doğan'ın, Kani Aydoğdu'nun ve Şevket Bülent Yahnici'nin, partilerinin meclis üyelerine ulaşmaları ve "Siz orada ne yapıyorsunuz. Böyle bir fırsat kaçar mı?" sorusunu sormaları gerek. Bunu yapacaklarından da eminim.

HABER EKSPRES 07 - 04 - 2002

2 Nisan 2002 Salı

Silahlı gazeteciler

İstanbul Etiler Polis Eğitim Merkezi Müdürlüğü, medya mensupları arasında "Tabanca Atış Şampiyonası" düzenliyor. Eğitim Merkezi Müdürü Mehmet Çömcüoğlu, Türk Polis Teşkilatı'nın 157. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında, 8 Nisan Pazartesi günü medya mensupları arasında "Tabanca Atış Şampiyonası" gerçekleştirileceğini bildirdi. Çömcüoğlu, eğitim merkezinin kapalı atış poligonunda yapılacak yarışmaya katılmak isteyen basın mensuplarının, ruhsatlı silahları ve 10 adet fişekle müracaat etmeleri gerektiğini kaydetti. Türk basının bulunduğu noktayı ve toplumun basına bakışını daha iyi hangi haber yansıtabilir?
Türk basınının önemli kalemlerinin tabanca taşımasını bir türlü kabul edemedim. Nedir gazeteciyi toplumun diğer kesimlerin farklı kılan? Neden sadece bu kesime yönelik özel yasalar, kararnameler çıkarılıyor? Gazetecilik mesleği yazmak ile ilgilidir, silah kullanmakla değil. Dolayısıyla silahınız kalem olmak zorundadır. Yarattığınız haberler, ileri sürdüğünüz fikirler kamuoyunun yararına olmalıdır.
Ancak birçok gazeteci için ruhsatlı silah taşımak çok önemli. Madem onlar için silah önemliyse neden bu arkadaşları Filistin'e göndermiyoruz. Savaş ortamında özene bezene aldıkları ruhsatlı silahlarını kullanır, bu konuda ne kadar önemli olduklarına dair kendilerini tatmin ederler.
İşin ilginç yanı tarihe baktığımızda da silah taşıyan ve bunu kullanan gazetecilere prim verildiğini görüyoruz. Bunlardan biri Hasan Tahsin. İzmir için önemli olduğu ve düşmana karşı ilk mermiyi attığı için büyütülen, bununla da yetinilmeyip Konak Meydanı'na heykeli dikilen... Her zaman karşı çıktım bu heykele. Elinde silah bulunduran gazeteci heykeli İzmir'in bir ayıbı. Bu heykelin değiştirilerek elinde kalemi olan yeni bir figürün yapılması gerekli.
Tabii bu tartışma bizi gazetecilerin milliyetinin olup olmadığı tartışmasına götürüyor. Bir gazeteci haberini yaparken kendi ulusal kimliğini öne çıkarır mı? Yoksa konuya uluslarüstü açıdan bakma zorunda mıdır? Hasan Tahsin anıtınrın aynen yerinde olmasını savunanlar, gazetecinin önce Türk sonra gazeteci olduğu tesbiti yapıyorlar. Onlara göre ulusal çıkarlar her şeyin önünde yeralmalıdır. Ancak dünya değişiyor. Son yıllarda Batı'da gazetecilik kimliği yeniden tartışılmaya başlandı. Yeni akıma göre gazeteci önce gazetecidir, sonra diğer alt kültürlerini öne çıkarır. Bu çerçevede sorunlara ve olaylara içinde bulunduğu devletin mantığı yerine evrensel kriterler açısından bakmalıdır.
Bazı gazeteci örgütleri bunun mücadelesini yıllardır veriyorlar. Ancak Türkiye'deki medyanın sahiplik yapısı ve gazetecilik mesleğinde görülen erozyon, bu tür konuların toplumda tartışılmasını engelliyor. Güç ve erk öne çıkıyor, gazeteciler için tabanca atış şampiyonası düzenlenmesi gündeme geliyor.
Türkiye zor ülke. Ancak bu ülkeyi zorlaştırmak ve çirkinleştirmek için herşeyi yapıyoruz.

HABER EKSPRES 02 - 04 - 2002